Islam Davetinin Siddetlenmesi

Kureyşlilerin İslâm'ın neşrine muhalefeti normal bir şeydi. Çünkü Peygamber davet vazifesini yüklenip kendisiyle bera­ber bu mukaddes vazifeyi üzerine alan kitleyi alnı açık olarak ve meydan okuyarak gizlilikten aleniyete çıkarmıştır. Üs­telik bu iş bizzat Mekke'de ve Kureyşlilerin gözü önünde kendileriyle bir yüzleşme mânasını da taşıyordu. Çünkü halk, Allah'ın birliğine ve yalnız ona ibadet etmeğe, putları terkedip, içinde yaşadıkları bozuk nizamdan sıyrılmağa davet ediliyor­du. Bu sebeple Kureyşlilerle toptan mücadele edilmiştir. Peygamber onlara yanlış düşündüklerini ve tanrılarının bir mânâ ifade etmediğini, yaşayışlarının değersizliğini yüzlerine vur­makta iken Kureyşlilerle mücadeleye girmesi mümkün olur mu idi? Hele Kur'an âyetlerinin nüzulü devam edip: «Sîz ve Allahtan başka tapındıklarıniz cehennemin odunusunuz» mealindeki âyet ile onlara hücum ediyor ve bunu kendilerine açıkça söylüyordu. Bilhassa içinde yaşadıkları faizcilik hayatını kökünden sarsmak suretiyle pek sert hücumlar yapıyor ve Kur'anın Rum sûresinde: "insanların mallarını arttırsın diye verdiğiniz faizler, Allah nezdinde fazlalık yapmaz.» yolundaki âyeti onlara okuyor, «insanlardan alırken ölçüyü tam tutup, onlara verirken eksik verenlerin veyl hallerine" âyetiyle teraziyi eksik tutanları korkutuyordu. Bundan dolayı ona muhalefet veya eziyet yapmak, kâh her türlü alış verişi kesmek, şahsına ve dinine karşı propaganda yapmak suretiyle kendisini ve ashabını incitmeye başladılar. Peygamber de gerek kendilerine ve gerekse yolsuz ve yanlış görüşlere ve bozuk imanlara hücum ediyor ve dinin neşrine aralıksız devam ediyordu. Dine davet için açıkça hareket ediyor, dolambaçlı, üstü kapalı sözler kullanmıyordu. Kureyşlilerden türlü işkenceler çekmesi­ne ve bağına gelen bütün müşkilâta rağmen silâhsız, yardımcısız, tek başına ne zaafa uğramış, ne boyun eğmiş, ne de hatır gönül yapmak için dalkavukluk etmiştir. Açık alınla etrafa meydan okuyarak tekmil gücü ve imaniyle herkesi hak dinine davet etmekte idi. Bu vazifenin ağırlığından dolayı hiç zahmet çekmiyor, zorluk duymuyordu. Kureyşlilerin Peygamber ile halk arasında sed çekmek için koydukları bütün manileri yenmekte yüksek seciyenin büyük tesiri ve yardımı olmuştur. Bunun için halk Allanın dinine kavuşmuştur. Hakkın kuvveti, haksızlığı alt ederek İslâmın nuru her gün artmıştır. Put­erestlerden ve hıristiyanlardan bir çoğu Müslüman oldular. Kureyşlilerden bir çoğu Kur'anı dinleyerek ona meyil etmeğe başladılar.

Ömrü oğlu Tafil, asil ve ferasetli bir insandı. O sıralarda Mekke'ye geldi. Kureyşliler hemen kendisini görmeğe gittiler; Muhammed'in sözleri büyü gibi tesir ederek insanları birbirinden ayırıyor. Mekkede bizim bağımıza gelen dertlerin kendisinin ve kavminin de başlarına gelmesinden korktuklarım söyliyerek, Muhammed'le görüşüp onu dinlememesini ve bunun kendisi için hayırlı olacağını söylediler.

Tafil bir g ün Kâbeye gittiği vakit Peygamber de orada idi. Tafil Peygamberin bazı sözlerini işitince bunların güzel şeyler olduğunu anladı ve kendi kendine: «Ben ki akıllı ve şair bir adamım. Elbette sözün güzeli, çirkini gözümden kaçmaz, bu adamın söylediklerini dinlemeğe ne mani var, bunlar güzel sözlerse tutarım, değilse bırakırını» diyerek Peygamberin arka­sından evine gitti ve kim olduğunu ve içinden neler konuştuğu­nu ona söyledi. Resulüllah, Müslümanlığı ona anlatıp Kur'andan bazı âyetler okumuştur. O da hemen Müslüman olup şehadet getirmiş, sonra kendi kavmine dönerek onları Müslü­manlığa davet etmiştir. Yirmi Hıristiyan, Resulü Ekrem Mek­kede iken yanına gelip oturdular, kendisine bazı sualler sor­dular ve cevaplan dinlediler, ona inanarak tasdik ettiler. On lar ın bu halleri Kureyşlileri fena halde kızdırmış ve: «Gayret­lerinizi Allah boşa çıkarsın, dindaşlarınız sizi buraya bu adamdan haber getirsin diye göndermişken, siz adamın karşısına oturur, oturmaz hemen ona iman edip kendi dininizi terkettiniz.» Kureyşlilerin bu sözleri, kafileyi Peygambere tâbi olmak­tan alıkoymadığı gibi, Müslümanlıktan da döndürememiştir. Belki imanlarına iman katılmıştır. Bu suretle Peygamberin va­zifesini daha açıkça yapmasına ve halkın da Kur'an dinlemeğe olan hevesinin artmasına sebep olmuştur. O derecede ki Kureyşîiler içinde bu işin en müfrit düşmanları bile kendi kendi­lerine: Bu adam hakikaten hak dinine davet ediyor ve halka vaadettiği ve korkuttuğu şeyler acaba doğru mudur, diyerek bu tereddütlerini izale için gizlice Kur'an dinlemeğe kadar ken­dilerini sürüklediler. Öyle kî; Harb oğlu Ebu Süfyan, Hişam oğlu Ebu Cehil, Amru bir gece birbirlerinden habersiz Muhammed evinde iken onu dinlemeğe gitmişler. Bunlardan her biri bir yer beğenmiş, hiç biri diğerinin beğendiğini bilmiyor, görmüşler ki, Muhammed biraz uyuduktan sonra gece uyana­ak ağır ağır Kur'an okuyor, dinledikleri âyetler onların ruh ve gönüllerini teshir etmiş, ortalık ağarıncaya kadar kulak kesilmişler. Dağılıp evlerine dönerken yolları bunları bir ara­ya getirmiş, yekdiğerine; bu hareketlerinin çirkin düşeceğinden bir daha yapmamalarını söylemişler ve, kafasız bazı kimseler bizi görürlerse vaziyetimiz kötüleşir ve Muhammed'in bize karşı dâvayı kazanmasına sebep olur, dedikleri halde er­tesi akşam bunlardan her biri, sanki ayakları onları sürüklüyormuş gibi ayni yerde Muhammed'in Allahın Kitabını okuduğunu dinlemek ihtiyacını duymuşlardır. Yine şafak sökerken yolda tekrar birbirlerine kavuştuklarında bu hareketlerinin uygunsuzluğunu tekrarlamışlarsa da, üçüncü gece de oraya gitmek arzusuna galebe çalamayınca, Muhammed'in dâvetine karşı hissettikleri zaafdan korunmak için bu hareketi tekrar etmemeyi karşılıklı kararlaştırdılar. Filhakika bir daha oraya gitmedşlerse de, üç gece dinledikleri Kur'an, ruhlarında Öyle izler bırakmıştır ki bunu birbirlerine sormaktan kendilerini alamadılar. Her biri derunî bir ıztırap içine düşmüş, kavminin reisleri iken bir zaafa düşmenin bütün kavmi Muhammed'e imana sevkedeceğinden korkmağa başlamışlardı. Kureyşlilerin tekmil muhalefetine rağmen davet yürüdü. Bu hal Kureyşlilerin keyfini bozmuş ve bu davet Mekkede yayıldıktan sonra Arab kabileleri arasında da yayılacağından korku­lan artmıştı. Bundan dolayı Peygambere ve ashabına karşı fe­nalık ve işkenceleri artarak Peygamber çok darlanmıştı. Bu­nun üzerine Taif'den yardım istemek ve kendilerine zahir ola­rak İslâm dinine girmeleri için Peygamber Taife gitmiş ise de çok fena karşılanmıştır. Taifliler kölelerini ve ayak takımla­rını teşvik ettiklerinden onlar da Peygambere küfürler savurarak, onu taşa tutmuşlar ve ayaklarını kanatmışlardır. Onlar­dan kurtularak geri döndüğünde Rabia'nın oğulları Şebib'in üzüm bağlarının duvarı kenarında oturarak bu hali ve davet vazifesini düşünmeğe başlamışlardır. Mekkeye ancak şehrin ileri gelen kâfirlerinden birisinin himayesi altında girebilmek, Taif'lilerden gördüğü kötü muameleden sonra oraya giremiyecek... Oturduğu yer iki kâfir kardeşin bağı olduğundan orada kalamıyacaktı. Bu suretle ıztırabı son haddine gelince bütün kalbi ile güvendiği Allahına en acıklı ve elmeli bir halde şikâyet için başını semaya kaldırarak Allahtan hoşnutluk diledi ve şu duada bulundu :

�Allah ım, gücümün ve imkânımın azlığını ve halk nezdindeki değersizliğimi görüyorsun, Ey! Merhamet edicilerin en merhametlisi ve güçsüz kulların Rabbı ve benim de Rabbimsin. Allahım, beni kime emanet edersin? Bana yüzünü ekşitecek, somurtacak bir yabancıya mı, beni köle gibi kullanacak bir düşmana mı? Bana karşı sende küskünlük olmadıktan sonra bu gibi şeylere kıymet vermem. Fakat beni bunlardan koru­man bana daha elverişlidir Yarabbi! Karanlıkların aydınlan­dığı, dünya ve âhiret işlerinin iyi olduğu yüzünün nuruna sığınırım ki, gücenmene ve infialine beni maruz bırakma. Sen razı oluncaya kadar sana yalvarırım. Herhangi bir fenalıktan sa kınmak veya herhangi bir iyiliği yapmak ancak senin yardı­mınla olur.�

Sonra Adi oğlu Mutim'in himayesi altında Mekkeye dönmüştür.

Kureyşliler; Taif'de Peygambere yapılan muameleyi öğrendiklerinden onlar da kendisine karşı fenalıklarını arttır­maktan geri kalmadılar ve onu tanımamak kararını şiddetlendirdiler. Halkın onu dinlemesine mani olduklarından Mekke'nin kâfir halkı ondan uzaklaştılar. Bu hal Peygamberi vazifeden alıkoymadı. Hac mevsimlerinde Arap kabilelerini İslama davet ile kendisinin Allah tarafından gönderilmiş Peygamber olduğunu bildiriyor ve kendisine inanmalarını söylüyordu. Halbuki amcası Abdülmuttalib oğlu Abdülâzi Ebu Leheb peşini bırakmıyor, nereye giderse onu takip ediyor, halka kendisini dinlememelerini söylüyordu. Onlar da bu sözlerin tesirine kapılarak Peygamberi dinlemekten vaz geçtiler. Hazreti Peygamber bunun üzerine civarda bulunan kabilelere uğrayıp onlara göründü. Bu kabilelerden hiç biri kulak asmadı. Bunların hepsi nahoş bir şekilde ve hattâ bunlardan Beni Hanife, çirkin bir şekilde onu reddettiler. Beni Âmir ise, kendi yardımiyle muzaffer olursa ondan sonra riyasetin kendilerine geçeceği ümidine düşmüşlerdi. Peygamber ise, bunun Allaha ait olup onun dilediğine kalacağını söyleyince onlar da diğer kabileler gibi Peygamberi reddettiler. Böylece Mekke halkı lslâmiyeti ve Taif'liler de Allahın Resulünü istemediler, kabileler de Peygamberin dine dâvetine yan çizdiler. Mekkeye hac için gelen kabileler; Muhammed'in içinde bulunduğu yalnızlığı ve kendisine el uzatanlara karşı Kureyşlilerin husumetini ve ona yardım edenleri çember içine alan düşmanlarını gördüklerinden Peygamberden yüz çevirmeleri arttığı gibi Peygamberin de yalnızlığı ziyadeleşmiş, Mekke muhitinde dine davet vazifesi zorlaşmış ve Mekke cemaati ümit kırıcı bir şekilde kâfirlikte ısrar işini şiddetlendirmişti...