Mö'te Savasi
Arab yar ımadası haricindeki hükümdarlara gönderilen elçiler, onlardan aldıkları müsbet ve menfi cevaplarla geri döndükten sonra Resulü Ekrem Arabistan haricinde faaliyette bulunmak üzere bir ordu hazırlamağa koyuldu, Rumlarla, İranlıların vaziyetlerini ve faaliyetlerini tetkika başladı. Rumların, hudutları, Peygamberin hududuna bitişik idi. Onlardan gizli haberler almağa çalışılıyordu. İslâmiyetin yayılışı bütün halk tabakalarına sirayet ettiği için, dinin tamimi meselesi Arab hududlarını aşınca geniş çapta yayılacağı muhakkaktı. Alınan haberler ve müşahedeler Islama davetin Şam Ülkesinde daha geniş kabule mazhar olacağını gösteriyordu. Yemen'deki Kisra'nin valisi davete icabet etmiş olduğundan, Şam ülkesine bir ordu şevki düşünüldü. Hicretin yedinci yılının Cemaziyülevvel ayı içinde yâni Hudeybiye musalehasından bir kaç ay sonra en seçkin Müslüman kahramanlarından üç bin mücahid toplanarak Harisi oğlu Zeyd'in kumandasına verildi. Kendisine bir şey olursa onun yerine Ebu Talibin oğlu Cafer, ona da bir şey olacak olursa Revvaha oğlu Abdullah'ın yerine geçeceği tebliğ edildi. Ordu hareket etti. Hudeybiye musalehasından sonra Müslüman olmuş olan Halid ibn-i Velid beraber idi. Resulü Ekrem Medine haricine kadar orduyu takip etti ve kumandan lara; kad ınlarla çocukları ve körleri öldürmemelerini, evleri yıkmamalarını, ağaçları kesmemelerini tenbih etti ve sonra şu duada bulundu :
«Allah sizinle beraber olsun ve sizi muhafaza buyursun. Sağ ve salim bize iade etsin.» Ordu hareket etti. Kumandanlar bu harbin, Resul-i Ekrem'in bizzat bulunduğu harplerde yaptığı gibi bir yıldırım harbi, bir baskın şeklinde olması kararında idiler. Şam ordusunu ansızın basıp mağlûp etmek istiyorlardı. Bu programla ilerleyen ordu Maan'a geldiği vakit Herkl'in Şam kumandanının müslümanlara karşı Arab kabilelerinden yüzbin muharib topladığı gibi bizzat Herkl'in de ayrıca yüzbin muharib ile gelmiş olduğu haber alındı. Bu haber ortalığa korku verdi. Maan'da iki gün kalan ordu, bu büyük kuvvet karşısında ne türlü hareket edileceğini düşünmeğe bağladı. Bazıları keyfiyeti peygambere yazıp düşmanın sayısını bildirerek takviye kuvvetleri istemeyi, bazıları da bu vaziyete karşı Peygamberin talimat ve emirlerini beklemek lâzım olduğu mütalâasında bulundukları bu sırada Revvaha oğlu Abdullah şöyle bir hitabda bulundu :
Ey cemaat! Şimdi aradığınız şehidlik payesi önünüzdedir. Biz bugüne kadar harb ettiklerimizle ne adet, ne de kuvvet çokluğuyla değil, ancak Allahın bize ihsan buyurduğu din kuvvetiyle savaştık. Yürüyünüz! İki rahmetten biri... Ya düşmanı mağlûp etmek veyahut şehitlik!...
Bu hitabe m ü'minleri coşturdu. Müsarif köyüne varan ordu orada Rum yığınlarına tesadüf etti. Oradan Möte'ye saparak orada konakladılar. Orada rnüslümanlarla Rumlar arasında en korkunç ve en müthiş kanlı bir harb başladı. Sanki ölüm korkunç ağzını açmış, insanları yutuyor gibi idi. ölüm ve şehidlik arayan üç bin imanlı müslüman ordusunu kamilen imhaya azmetmiş yüzbin veyahut iki yüzbin kişilik bir düşman ordusu olanca hıncı ve güciyle savaşıyordu. Böylece iki taraf arasında müdhiş bir harb başlayınca Zeyd, Peygamberin sancağını alarak düşmanın ortalarına doğru atıldı. Ölümle karşı karşıya idi ve onu müşahhas bir şekilde karsısında görüyor gibi idi. Korkmuyordu, çünkü şehitlik arıyor ve bunun için akla sığmayacak bir kahramanlıkla düşman mızrakları kendisini parçalayıncaya kadar harb etti. Sancağı Ebu Talib oğlu Cafer aldı. Henüz otuz üç yaşında yakışıklı bir genç idi. O da Ölümü arar gibi döğüşürken etrafı düşman tarafından çevrildi. Atının ayakları kesilmişti, yaya olarak yalın kılınç düşmanın ortasına atıldı. Rumlardan biri bu kahramanın üstüne atılarak vücudunu ikiye bölerek onu şehit etti. Sancağı Revvaha oğlu Abdullah aldı ve ileriledi. At üstünde idi. O da düşmanın üzerine saldırdı ve döğüşerek öldü. Sancağı Erkanı oğlu Sabit alarak : Müslümanlar içinizden birini seçiniz. Diye bağırdı. Velid oğlu Halid seçildi. Halid sancağı aldı. Müslüman saflarını dolaştı, onları sıklaştırdı ve gece karanlığı basıncaya kadar ordusunu oyaladı. Geceleyin Halid. düşmanın sayıca üstünlüğünü ve kendi ordusunun azlığını görerek muntazam bir ric'at plânı hazırladı. Bu program gereğince ordu mevcudundan az bir kısmım cephe gerisine dağıttı. Sabah olunca sanki Peygamberden kendilerine imdat kuvveti gelmiş gibi düşmanları aldatacak bir yaygara ve gürültü koparmalarını onlara tenbih etti, böyle de yaptılar, düşman bundan ürktü ve taarruzdan çekindi ve hattâ Halid'in mukabil taarruza geçmediğine sevindi. Çok geçmeden Halid'in yaptığı program mucibince müslüman ordusu cepheden çekilerek Medine'ye döndü. Böylece ne galip ve ne de mağlûp olmuş fakat kendilerine kat kat faik kuvvetler "karsısında müslümanlar büyük kahramanlıklar göstermişlerdir.
Bu gazan ın kahraman kumandan ve askerleri kendilerini -ölümün kucağına attıklarını biliyorlardı, fakat hiç bir şeye bakmadan İslâm şerefi ve imanı kudretiyle cenk meydanına girdiler, erkekçe döğüştüler ve şehid oldular, islâm dini bunu böyle emrediyordu. Çünkü Allah yolunda mücadele, mü'minler için en büyük kazanç ve şereftir. Kur'an-ı bakîmde Cenabı Hak şöyle buyuruyor :
�Allah müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır ki, öldürürler ve öldürülürler. Bu kar şılık kendilerine Tevrat, incil ve Kur'an'da tasdik edilmiştir. Allahdan daha ziyade sözünde duran kimse bulunabilir mi? Müjdeler olsun sizlere ki alış verişinizde büyük kurtuluş ve kazanç vardır.�
i şte bu kahramanlar, bu iman sahipleri bunun için ölümü göre göre ,bile bile istihkar etmişler ve döğüşmüşlerdir. Bu sebeple müslümanlar karşılarındaki düşmanın adetçe üstünlüğünü hesaba katmaz ve Allahın nusratına güvenerek cenk ederler.
îmam-el mücâhidin Peygamberimiz hudud komşusu olan Rumların kuvvetini biliyor ve üzerlerine bir ordu gönderme tehlikesini elbette takdir ediyordu. Fakat müslümanların böyle madde üstünlüklerine kıymet vermediklerini de etrafa göstermek siyasî bir zaruretti. Nitekim son hareket Rumların gözünü yıldırmış müslümanlığın kuvvet ve cesaretini etrafa göstermişti...
* * *
«Allah sizinle beraber olsun ve sizi muhafaza buyursun. Sağ ve salim bize iade etsin.» Ordu hareket etti. Kumandanlar bu harbin, Resul-i Ekrem'in bizzat bulunduğu harplerde yaptığı gibi bir yıldırım harbi, bir baskın şeklinde olması kararında idiler. Şam ordusunu ansızın basıp mağlûp etmek istiyorlardı. Bu programla ilerleyen ordu Maan'a geldiği vakit Herkl'in Şam kumandanının müslümanlara karşı Arab kabilelerinden yüzbin muharib topladığı gibi bizzat Herkl'in de ayrıca yüzbin muharib ile gelmiş olduğu haber alındı. Bu haber ortalığa korku verdi. Maan'da iki gün kalan ordu, bu büyük kuvvet karşısında ne türlü hareket edileceğini düşünmeğe bağladı. Bazıları keyfiyeti peygambere yazıp düşmanın sayısını bildirerek takviye kuvvetleri istemeyi, bazıları da bu vaziyete karşı Peygamberin talimat ve emirlerini beklemek lâzım olduğu mütalâasında bulundukları bu sırada Revvaha oğlu Abdullah şöyle bir hitabda bulundu :
Ey cemaat! Şimdi aradığınız şehidlik payesi önünüzdedir. Biz bugüne kadar harb ettiklerimizle ne adet, ne de kuvvet çokluğuyla değil, ancak Allahın bize ihsan buyurduğu din kuvvetiyle savaştık. Yürüyünüz! İki rahmetten biri... Ya düşmanı mağlûp etmek veyahut şehitlik!...
Bu hitabe m ü'minleri coşturdu. Müsarif köyüne varan ordu orada Rum yığınlarına tesadüf etti. Oradan Möte'ye saparak orada konakladılar. Orada rnüslümanlarla Rumlar arasında en korkunç ve en müthiş kanlı bir harb başladı. Sanki ölüm korkunç ağzını açmış, insanları yutuyor gibi idi. ölüm ve şehidlik arayan üç bin imanlı müslüman ordusunu kamilen imhaya azmetmiş yüzbin veyahut iki yüzbin kişilik bir düşman ordusu olanca hıncı ve güciyle savaşıyordu. Böylece iki taraf arasında müdhiş bir harb başlayınca Zeyd, Peygamberin sancağını alarak düşmanın ortalarına doğru atıldı. Ölümle karşı karşıya idi ve onu müşahhas bir şekilde karsısında görüyor gibi idi. Korkmuyordu, çünkü şehitlik arıyor ve bunun için akla sığmayacak bir kahramanlıkla düşman mızrakları kendisini parçalayıncaya kadar harb etti. Sancağı Ebu Talib oğlu Cafer aldı. Henüz otuz üç yaşında yakışıklı bir genç idi. O da Ölümü arar gibi döğüşürken etrafı düşman tarafından çevrildi. Atının ayakları kesilmişti, yaya olarak yalın kılınç düşmanın ortasına atıldı. Rumlardan biri bu kahramanın üstüne atılarak vücudunu ikiye bölerek onu şehit etti. Sancağı Revvaha oğlu Abdullah aldı ve ileriledi. At üstünde idi. O da düşmanın üzerine saldırdı ve döğüşerek öldü. Sancağı Erkanı oğlu Sabit alarak : Müslümanlar içinizden birini seçiniz. Diye bağırdı. Velid oğlu Halid seçildi. Halid sancağı aldı. Müslüman saflarını dolaştı, onları sıklaştırdı ve gece karanlığı basıncaya kadar ordusunu oyaladı. Geceleyin Halid. düşmanın sayıca üstünlüğünü ve kendi ordusunun azlığını görerek muntazam bir ric'at plânı hazırladı. Bu program gereğince ordu mevcudundan az bir kısmım cephe gerisine dağıttı. Sabah olunca sanki Peygamberden kendilerine imdat kuvveti gelmiş gibi düşmanları aldatacak bir yaygara ve gürültü koparmalarını onlara tenbih etti, böyle de yaptılar, düşman bundan ürktü ve taarruzdan çekindi ve hattâ Halid'in mukabil taarruza geçmediğine sevindi. Çok geçmeden Halid'in yaptığı program mucibince müslüman ordusu cepheden çekilerek Medine'ye döndü. Böylece ne galip ve ne de mağlûp olmuş fakat kendilerine kat kat faik kuvvetler "karsısında müslümanlar büyük kahramanlıklar göstermişlerdir.
Bu gazan ın kahraman kumandan ve askerleri kendilerini -ölümün kucağına attıklarını biliyorlardı, fakat hiç bir şeye bakmadan İslâm şerefi ve imanı kudretiyle cenk meydanına girdiler, erkekçe döğüştüler ve şehid oldular, islâm dini bunu böyle emrediyordu. Çünkü Allah yolunda mücadele, mü'minler için en büyük kazanç ve şereftir. Kur'an-ı bakîmde Cenabı Hak şöyle buyuruyor :
�Allah müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır ki, öldürürler ve öldürülürler. Bu kar şılık kendilerine Tevrat, incil ve Kur'an'da tasdik edilmiştir. Allahdan daha ziyade sözünde duran kimse bulunabilir mi? Müjdeler olsun sizlere ki alış verişinizde büyük kurtuluş ve kazanç vardır.�
i şte bu kahramanlar, bu iman sahipleri bunun için ölümü göre göre ,bile bile istihkar etmişler ve döğüşmüşlerdir. Bu sebeple müslümanlar karşılarındaki düşmanın adetçe üstünlüğünü hesaba katmaz ve Allahın nusratına güvenerek cenk ederler.
îmam-el mücâhidin Peygamberimiz hudud komşusu olan Rumların kuvvetini biliyor ve üzerlerine bir ordu gönderme tehlikesini elbette takdir ediyordu. Fakat müslümanların böyle madde üstünlüklerine kıymet vermediklerini de etrafa göstermek siyasî bir zaruretti. Nitekim son hareket Rumların gözünü yıldırmış müslümanlığın kuvvet ve cesaretini etrafa göstermişti...
* * *
Tarih Boyunca İslam Hakimiyeti
- MEVZUA GIRMEDEN
- BASLARKEN
- Ashabin Kitlelesmesi
- Davetin Yürümesi
- Davete Karsi Mukavemet
- Islam Davetinin Siddetlenmesi
- Davet Devrelerinde Iki Safha
- Intisar Sahasinin Genislemesi
- Birinci Akabe Biati
- BEDIR GAZASI
- Bir Kabilenin Sürülmesi
- Dahili Karisikliklara Son
- Ahzap Cengi
- Hudeybiye Andlasması
- Hayber Cengi
- Mö'te Savasi
- Mekke'nin Zabti
- Huneyn Gazvesi
- Tebük Harbi
- Arabistanda Islam Hakimiyeti
- Islam Devletine Karsi Yahudiler
- Islam Hakimiyetinin Devami
- Islam idaresinin Iç Siyaseti
- Îslam Hakimiyetinin Dıs Siyaseti
- Tek Bir Medeniyet Dairesine..
- Zaafa Ugratan Sebebler
- Islam Devletinin Inhilali
- Misyonerlik Faaliyeti
- BUGÜNKÜ VAZIFEMIZ
- HÜLÂSA