Hudeybiye Andlasması

Resul ü Ekrem'in Mekkeden Medineye hicretlerinin üzerin­den altı yıl geçti. Artık Müslümanlık kökleşmiş ve ordusu kuv­vetlenmiştir. Artık bütün Araplar, yeni İslâm devletini saygı ile karşılamakta idiler. Bundan sonra İslâm devletinin kuvvetini arttırmak ve düşmanlarını zayıf düşürmek için yeni bir adım daha atılmak icap ediyordu. O sırada Hayberlilerle Mekkeliler arasında Müslümanlar aleyhine gizli bir anlaşma yapıldığı ha­ber alındı. Bunun üzerine Mekkelilerle bîr uzlaşmaya varılabilmek için bir plân çizilmiştir ki o da: Arabistan yarımadasın­da İslâmiyetin neşir ve tebliğ işini devam ettirmek ve kolaylaş­tırmak için Kureyşlilerle Hayberlilerin arasını açmak için Kâbeye karşı dostluktan ayrılmamak esası kabul edilmiştir. Haram aylarında Arapların kavga etmemeleri bu plânı kolaylaş­tırıyordu. Bundan dolayı haram aylarından Zilkadede hac için Mekkeye gidileceği ilân edilmiş ve Müslüman olmayan Arap kabilelerinin harp etmeyeceklerinden endişesiz olarak mukad­des Kâbeyi ziyarete katılmaları için etrafa davetler gönderil­miştir. Bu suretle Mekkeye doğru gidişin hac için olup, savaş için olmadığı ve Müslüman olmayan Arapların da buna katıl­maları istenmiştir ki, şayet Kureyşliler buna mani olmak ister­lerse umumî efkâr Müslümanlar lehine dönsün... Harb etme­mek kararında olan Müslümanlar, Resulü Ekrem'le birlikte bin dört yüz kişi olarak yola çıktılar. Hazreti Peygamber Kısvâ adlı devesine binmiş olduğu halde kafilenin en önünde gidi­yordu. Böylece Medineden ayrılan kafile beraberlerinde kur­banlık koyun götürmekte idi. Ömre ehrama girmişti ki bu, kendilerinin harb istemediğini ve ancak Beytullahı ziyaret maksadını güttüklerini gösteriyordu. Medineden on beş kilo­metre kadar uzakta Zilhalife mevkiine varıldı. Orada Ömrenin «Lebbeyk» tekbirini işittiler, Mekkeye doğru yol aldılar. Bun­ların hac için geldikleri, kavga için gelmedikleri haberi Kureyşlilere ulaşınca onlar bunu Muhammed'in bir plânı olduğuna atfederek korku ve endişeye düşmüşler ve ne bahasına olursa olsun Hazreti Muhammed'i Mekkeye sokmama ğa karar vermiş­lerdir. Bunun için Müslümanlarla mücadele etmek üzere bir ordu kurulmuş, Velid oğlu Halid ve Ebu Cehil oğlu Akreme kumandalarında olarak içinde ikiyüz atlı bulunan büyük bir kuvvet meydana gelmişti. Bu ordu Mekkeden çıkarak hac için gelenleri kovmak için ilerledi ve ilk konakta durdu. Kureyş kumandam Halid Bin'il-Velid Müslümanları gafil avlamak ve birden hücum etmek için hazırlanmıştı. Müslümanlar Mekkeye yakın Gasvan mevkiine gelmişlerdi. Resulü Ekrem yolda tesadüf ettiği Kaab kabilesinden bir Araptan şu malûmatı aldı: «Kureyşliler sizin gelmekte olduğunuzu duymuşlar ve sırtlarına kaplan derileri geçirerek ilk konakta durdular. Seni Mekkeye sokmamak için and içtiler, başlarında Velid oğlu Halid var, sü­varileri Gasvan mevkiine on beş kilometre uzaktadırlar.» dedi. Cenabı Resul bu haberi işitince: «Allaha and içerim ki bana nübüvvet vazifesini veren Cenabı Hak beni muzaffer kılıncaya ve ölünceye kadar çalışacağım» buyurdular ve tanzim ettikleri plânı gözden geçirdiler. Yalnız harb için herhangi bir hazırlık yapılmadı. Kureysliler harb için büyük bir ordu göndermişler­di. Onların icbar edecekleri bir harbe, îslâm mücahitleri iman kuvvetleriyle iştirak edebilirlerdi. Fakat harb için değil, hac için geliyorlardı. Bu sebeple müminler Mekkeye döğüşerek de­ğil, sulh ve sükûn içinde girmek istiyorlardı. Bu sayede Müs­lümanlığın davet tebliğ işindeki ulviyeti de meydana çıkmak­ta idi. Bu hal gerek bütün Araplarda gerekse Kureyşlilerde bir fikir uyandırmış ve onları düşünmeğe davet etmiştir. Müslü­manların bu hareketleri dâvalarındaki samimiyet ve doğruluğu göstermesi itibariyle de cidden mühimdi. Kureyşlilere fırsat ve bahane vermemek için başka bir yoldan Mekkeye girmek düşünüldü. Bîr kılavuz bulundu, dağlar arasından, sarp yollardan, binbir zorlukla ve yorucu gayretlerle o yolu geçtiler ve bir ova­ya çıktılar, Hudeybiye denilen mevkide konakladılar, orada İslâm ordusuna düzen verildi. Halid'in kumandasındaki Kureyş ordusu onları görünce Müslümanların kendi ordusunu çiğneyip Mekke hudutlarından aşacaklarından korktular ve Mekkeyi m üdafaa için geri döndüler. Putperestlerin ordusu Mekke için­de, Müslümanların ordusu da Hudeybiye'de yer alarak karşı karşıya geldiler. Her iki ordu ne şekilde hareket edilmesi lâ­zım geldiğini düşünüyor, vaziyete göre plânlar hazırlıyorlardı. Kureyşliler, Müslümanları döndürmek için güçlerinin yettiği kadar hazırlanmış olmakla beraber müminlerle kolayca başa çıkılamayacağını da takdir ediyorlardı. Hazreti Peygamber Omra'nın ehrama girdiği gibi yapmıştır ki bu; bir dostluk ve sulh alâmetidir. Bu şekilde Resulü Ekrem Hudeybiye'de beklemeyi tercih etti. Karsı taraftan elçilerin gelmesine intizar ediyordu..

Kurey şliler; Müslümanların hakikaten hac için gelip gel­mediklerini Öğrenmek maksadiyle Peygambere bir tahkik he­yeti gönderdiler. Bu heyet kısa bir görüşmeden sonra Peygam­berin ve eshabının harb için değil, hac için geldiklerine ka­naat getirerek döndüler ve : Müslümanların Kâbeyi ziyaret ve omre ta'zim için geldiklerini söyledilerse de Kureyşliler buna inanmadılar. Ve bunu heyet azasının Hazreti Muhanınıed'e olan dostluk hayranlığına atfettiler. Bunun üzerine Mekke Put­perestleri başka bir heyet daha gönderdiler. O da birinci heyet gibi ayni fikir ve kanaatle geri döndü. Bundan sonra Kureysliler kendilerine ahidleri bulunan üç dört kabilenin reisi Hâlis'i Peygamberle görüşmek üzere gönderdiler. Bu adamın Peygam­beri geri döndüreceğine emin idiler. Şayet Müslümanlar bu adamın da sözünü dinlemezse, Hâlis'in muğber olacağını ve böylece Mekke müdafaasının daha ziyade kolaylaşacağını dü­şündüler. Peygamber bu adamın gelişini haber alınca, kurban­lık hayvanları ortalığa saldırmıştı ki, bundan maksadın Kâbe­yi ziyaret olduğu anlaşılsın... Nitekim Hâlis Müslümanların ka­rargâhına geldiği vakit vadide deve ve koyunların otladığım görmüş ve bu manzaranın harb değil, hac alâmeti olduğuna ka­naat getirmişti. Peygamberle de görüştükten sonra bu kanaati kuvvet bulan murahhas Mekkeye avdetle kararını Kureyşlilere bildirdi ve Müslümanların hac için Kâbeye gelmelerine müsaa­de edilmesini tavsiye etti. Eğer Peygamberin ve Müslümanların Kabe ziyaretine müsaade erilmezse kendisinin ve tevabiinin Mekkeyi terk edeceklerini hiddetle il âve etti. Kureyşliler onları, gönlünü kırmamak için biraz düşünmeğe vakit vermesini söy­leyerek sustular. Bundan sonra Mes'ut Sakafi oğlu Arvyi'yi tam bir güvenç ve itimatla Peygamberin nezdine gönderdiler. Bu zat Resulü ekremle uzun uzadıya görüşmüş ve sonunda peygamberin haklı olduğunu ve yolunda azimli bulunduğunu görerek Mekkeye dönmüş ve şöyle konuşmuştur: Ey Kureyşliler! Ben Kîsrayı, Kayseri, Necâşîyi memleketlerinde gördüm. Bunlar arasında Muhammed gibi bir padişah görmedim. Abdest aldığında ümmeti akan suları kapışıyor. Saçlarından dökü­lenleri yere düşürmüyorlar. Eshabı onu katiyen ele vermezler. Bundan ötesini siz bilirsiniz, ne yapacağınızı siz düşününüz.» dedi. Bunun üzerine Kureyslilerin inat ve İsrarı azalacağına şiddet kesbetti. husumetleri arttı, boşu boşuna konuşup görüş­meleri uzadı. Peygamberimiz Kureyşîilerin elcileri belki ken­dilerinden korkuyor düşüncesiyle kendi murahhaslarını gön­dermeyi daha muvafık buldu. Fakat Kureyşliler bu elçinin de­vesini kestiler, eğer müdafaa edilmese idi az kalsın öldürecek­lerdi. Küffar üstelik geceleri kötü ruhlu adamlarını Müslüman ordugâhına göndererek onları taşlattırdılar. Bu muameleden hiddete gelen müminler Kureyşlilerle harb etmeyi düşündülerse de Peygamber onları teskin ediyordu. O sırada Kureyşlilerden elli kişi Müslümanlara tecavüz için ordugâhlarına gelmişlerse de bunların cümlesi yakalanarak Peygamberin huzuruna geti­rildi. Resulü Ekrem bunların hepsini affederek serbest bıraktı. Bu hâdisenin büyük bir tesiri oldu ve Müslümanların cenk için değil, hac için geldiklerini isbat etti. Böylece Mekkede umumi efkâr Hazretî Muhammed'in lehine döndü. O derecede ki, o dakikada Müslümanlar Mekkeye girecek ve aleyhdarı buna mâni olmağa kalkacak olsalardı vaziyet bütün bütün kendi aleyhleri­ne dönebilir ve bütün Mekkelilerle kabileler Kureyşlilerin düşmanı olabilirlerdi. Bundan dolayı Kureyşliler tecavüzden vaz geçmiş ve ne yapılmak lâzım geldiğini düşünmeğe koyul­muşlardı. Ortalık sükûna kavuşunca Peygamber kendi murah­haslarını göndermek istemiş ve Hattab oğlu Ömer'e gitmesini s öylemiştir. Ömer şu mukabelede bulunmuştur: Ey Allanın Peygamberi, Kureyslilerin bana fenalık yapmalarından çekini­rim. Mekkede Ka'b oğlu Adi kabilesinden beni himaye edecek kimse yok. Kureyşlîler, benim kendilerine olan düşmanlığımı ve sertliğimi bilirler. Lâkin onların benden üstün tuttukları biri var. Aff an oğlu Osman.. O daha münasiptir, dedi. Peygam­ber Osman'ı çağırarak onu Ebu Süfyan'a gönderdi. Osman Kurenyşilere vazifesini söyledi. Onlar da Kâbeyi tavaf etmek ister isen, et dedilerse de Osman; Allanın Resulü tavaf etmeden ben etmem dedi ve Kureyşlilere ne maksatla gönderildiğini izah etti. Kureyşliler bunu kabul etmediler. Aralarındaki müzakere­ler uzadı. Kureyşlilerle Müslümanların arasındaki anlaşmaz­lıkları bertaraf edecek çareler akla geldi. İçine düştükleri bu çıkmazdan, bu sıkıntılı vaziyetten kurtulmak ve Muhammed ile aralarındaki düşmanlığa son vermek için Osmandan istifa­deyi düğündüler. Osmanın Mekkedeki ikameti uzayınca müs-lümanlar arasında endişe belirdi ve Kureyslilerin hainlik edip Osmanı öldürdükleri şayiası çıktı, Müslümanların merakları arttı. Kureyslilerin Osrnanı öldürdüğü endişesi Peygamberi de sardı. Müslümanlar cuş-u buruşa geldiler, herbirinin eli kılınçlarının kabzasına yapıştı ve cümlesi harb için ayaklandı. O za­man Resulü Ekrem sulh ve dostluk plânını tekrar gözden geçir­di. Kureyşliler haram ayında hainlik edip elçi Osman'a kıyınca barış plânının gözden geçirilmesi zarurî görüldü. Bunun için: «Onlarla döğüşmedikten sonra buradan gitmeyiz» dedi. Sonra bir ağacın altına giderek esbabını yanına çağırdı ve kendilerin­den muvafakat istedi. Cümlesi ölümden kaçmamak için and iç­tiler. Esbabın coşkunlukları, fedakârlıkları, azim ve imanları bütün vuzuhiyle görülüyordu. Böylece andlaşma sona erince. Resulüllah iki elini birbirine çarparak Osman da kendileriyle birlikte imiş gibi onun namına da and içti. Bu; Rıdvan andı ü-zerine şu âyet-i kerime nazil oldu: (Fetih sûresi, âyet 18-19).

«And olsun ki Allah müminlerden seninle ağacın altında biat ederlerken razı olmuştur da kalblerindekini bilerek üzer­lerine kuvvei maneviyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih( Felh-i karib) ve alacaklar ı birçok ganimetlerle mükafatlan­dırmıştır. Allah mutlak galiptir. Tek hüküm ve hikmet sahibi­dir.»

Bu âyetin Hayber fethini müjdelediği Müslüman âlimler tarafından beyan edilmiştir. Ağaç altı biatından sonra Müslü­manlar hemen harb ve hücuma hazırlanırken Osman'ın Öldü­rülmediği haberi geldi. Arkasından da Osman geri geldi ve Kureyslilerin söylediklerini bildirdi. Bunun üzerine Peygam­berle Kureyşliler arasında dostluk müzakereleri yenilenerek daha geniş bir görüşme yapılmasına karar verildi. Bu vazifeye Amru oğlu Süheyl memur edildi. Yapılan müzakere neticesin­de Müslümanların bir yıl Mekkeye girmekten vazgeçmeleri teklif edildi ve Resulü Ekrem de bu esas dahilinde barışı kabul etti. Zira Kabe ziyaretinden maksat hasıl olmuş olup bu sene ile gelecek sene arasında bir fark görülmemiştir. Müslümanların istedikleri şey, Hayberlileri Kureyşlilerden ayırmak ve is­lâmlığı tamim için kendisiyle Araplar arasındaki mânileri kal­dırmaktı. Bu sebeple Kureyşlilerle Müslümanlar arasında arka , arkaya devam eden harblerin durdurulması isteniyordu. Hac ve ehramın bugün veyahut yarın yapılmasında bir fark yoktu. Böylece Amru oğlu Süheyl ile müzakerelere girişilmiş, uzun münakaşalar yapılmış, şartlar konuşulmuştur. Çok defa kesil­mek raddesine gelen bu münakaşalar Resulü Ekremin hakima­ne idaresi sayesinde devam etmekte idi. Müslümanlar Peygam­berin etrafında çevrelenip bu konuşmaları takip ediyorlardı. Bunlar bu müzakerelerin hac için yapıldığını zannediyorlardı. Halbuki Peygamber harbin önüne geçmek için konuşuyordu. Bu sebeple Müslümanlar bu müzakereden müteessir oldular. Peygamberimiz ise uzun münakaşa ve dağınık fikirler ve mu­vakkat kazançlara bakmadan cereyan eden müzakerelerden memnun olmakta ve müzakereyi hedefe varacak şekilde yürüt­mekte idi ki sonunda her iki taraf muayyen şartlar dahilinde uyuşmuş ve anlaşmışlardı. Bu şartlar Müslümanların hoşuna gitmeyip onları galeyana getirdi ve muahedeyi reddedip harb etmek için Peygamberi iknaa çalıştılar. Bunun için Hattab oğlu Ömer Ebubekire giderek: «Dinimizi aşağı tutmak hakkı bize ve­rilmiş değildir» dedi ve birlikte Peygambere gidip ikna etmeyi teklif etti; Ebubekir; Peygamberin beğendiği şeyleri beğenmek lâzımdır diye Ömeri iknaa çalıştı ise de muvaffak olamadı. Bu­nun üzerine Ömer hiddet ve tehevvür içinde Peygambere gide­rek konuştu. Onun sözleri Resulü Ekremin sabır ve sebatından bir şey eksiltmedi ve Ömer'e şöyle hitap etti: « Ben Allahm kulu ve Resulüyüm. Onun emrine muhalefet edemem. O, hiç bir va­kit beni terk etmez.» Peygamber ondan sonra Talib oğlu Ali'yi çağırdı ve ona: «Rahman ve Rahim olan Allahın ismiyle yaz dedi: Bu sırada Süheyl elini tuttu ve «Rahman ve Rahimi ben tanımam. Ey Allah senin adına» diye yaz dedi. Peygamber öy­le yazdırdı. Sonra: Allahın Peygamberinin Amru oğlu Süheyl ile barıştığını yaz dedi. Süheyl yine elini tuttu ve şöyle söylen­di: «Ben senin Allahın Resulü olduğuna inanmış olsaydım se­ninle harb etmezdim. Onun için yalnız kendi ismini ve babanın adını yaz.» dedi. Resulü Ekrem bunun üzerine: «Abdullah oğlu Muhammed'in sulh mukavelesidir.» diye yazdırdı. İki tarafın uzlaşması şu maddeleri havi idi:

1 � Mukavele, bîr sulh sözleşmesi olup iki taraf arasında barışı ve cenk ve harb olmayacağını bildirir.

2 � Kureyşlilerden Müslüman olup da velisinin müsaadesi olmaksızın Muhammed'in yanına gelen olursa Muhammed onu geri çevirecek ve Müslümanlardan her hangi biri dininden dö­nüp Kureyşlilere dönecek olursa onu geri çevirmiyecektir.

3 � Araplardan her kim isterse Muhammed'le anlaşma, uzlaşma yapabileceği gibi Kureyşlilerle de isteyen yapabile­cektir.

4 -- Muhammed, bu sene arkada şlariyle birlikte Mekkeden dönecekler, gelecek yıl Mekkeye girebilecek ve orada üç gün kalacaklar, yanlarında silâh olarak sadece kınlarına sokul­muş kılınçlar bulunacak, başka silâh bulunmayacaktır.

5 � Muahede imzalandığı tarihten muteber olarak on yıl devam edecektir.

Resul ü Ekrem ile Süheyl Müslümanların hiddet ve tehev­vürleri ve kırgınlıkları arasında bu uzlaşmayı imzaladılar, Sü­heyl Mekke'ye dönmüştü. Peygamberimiz Müslümanlarda mü­şahede ettiği teessür, coşkunluk ve şiddetli harb arzularından münfeil dargın ve küskün olmuştu. Beraberinde götürdüğü hanımı Ümmü Selmenin yanına gitti ve düşüncelerin ona an­lattı. O da:

«Ey Allahın Resulü! Müslümanlar senin istemediğini yap­mazlar. Onların celâdetleri ve kahramanlıkları dinleri ve Allah ile senin Peygamberliğine imanları yüzündendir. Sen traş ol, ve ehramdan çık, onlar sana uyarlar. Sonra onları al Medineye dön.» dedi.

Peygamber M üslümanların yanına gitti ve ehramdan çıkıl­dığını göstermek için saclarını kestirdi, içine güven ve meserret doldu. Müslümanlar kendisini ve nefsine olan itimadını görün­ce cümlesi koşuşarak kurbanlarım kestiler, kimisi saçlarını kes­ti, bazıları da kısalttılar. Peygamber Müslümanlarla Medineye dönerken (Inna Fetahna) sûresi nazil oldu:.

«Gerçekten biz sana aşikâr bir zafer yolu açtık. Ki böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını mağfiret kılsın. Senin üzerine nimetini tamamlasın ve seni doğru yola götürsün.» diye başlayan ve onuncu âyetinde; «Seninle anlaşma abdi ya­panlar ancak Allah ile anlaşma ahdi yapmışlardır. Allahın eli onların elinin üstündedir. Kim bu ahdi bozarsa kendi nefsi aley­hine bozmuş olur. Kim de Allaha karşı ahdine vefa gösterirse O, ona büyük mükâfat verir.»

Ve 29 uncu âyetinde:

«Muhammed, Allahın Resulüdür. Onunla beraber bulunan­lar kâfirlere karşı çetin, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükû eder, secdeye varır görürsün. Onlar Allahın lütuf ve rızasını dilerler. Onların nişanlarını yüzlerinde görürsün. Bu, secdenin izidir, işte onların Tevrattaki vasıfları budur. İncildeki vasıfları şöyledir: Onlar ekilmiş bir tohum misali gibi­dir, filiz verir, gittikçe kuvvetlenir ve kalınlaşır. Sapları üzerine doğrulup yükselerek bir ekin olurlar. Bu, ekicilerin hoşuna gider, böylece kâfirler öfkelenirler. Allah'a içlerinden iman edip salih amel sahiplerine mağfiret ve büyük mükâfat vaadetti.»

Vaadlerini ihtiva eden s ûreyi, Cenabı Peygamber basından sonuna kadar okudu. O zaman yapılan anlaşmanın Müslüman­lar için sarih bir Fetih ve zafer olduğuna Müslümanların cüm­lesi kani oldular ve böylece Medineye döndüler. Resulü Ekrem Hayber'in mevcudiyetine son vermek ve İslâmiyeti Arabistanda ve haricinde neşir ve takviye etmek yolundaki plânını tat­bike koyuldu. Kureyşlilerle yapılan barışın verdiği fırsat ve zaman zarfında bazı düşman varlıklarını bertaraf etmeğe ve memleket haricindeki işlerle uğraşmağa boş zaman buldu. Bu­nunla Cenabı Resul hacca gitmeğe kalktığı zaman çizdiği plâ­nın uğradığı zorluklar ve karşısına çıkan manilere rağmen ar­zuladığı siyasî neticeleri elde etmişti. Bunun için Hudeybiye anlaşmasının aşikâr bir fetih, bir zafer olduğu görüldü ve şu neticeleri sağladı:

1 -- Gerek b ütün Araplarda ve gerekse Mekke ve Kureyşlilerde İslâmiyetin neşrini destekleyen Müslümanların kıymet ve itibarı arttı.

2 � Müslümanların Peygamberlerine itimat ve emniyet­leri arttı ve korkunç tehlikelere şiddetle mukabeleleri ve ölüm­den korkmadıklarını gösterdi.

3 � Müslümanlara; siyasî manevraların İslâmiyetin neş­rinde faideli olduğunu gösterdi.

4 - Mekkede putperestler aras ında kalmış olan Müslü­manların düşman ordugâhı içinde bir cep vazifesi görmelerini kolaylaştırdı.

5 � Siyasette gidilecek yolun başında doğruluk ve ahde vefa olduğunu gösterdi. Ancak müracaat edilecek çarenin be­hemehal bir deha ve idrak örneği olması ve bağ vurulan küçük tedbirlerin istihdaf ettiği büyük gayenin düşmandan gizli tu­tulması.

* * *