Hudeybiye Andlasması
Resul ü Ekrem'in Mekkeden Medineye hicretlerinin üzerinden altı yıl geçti. Artık Müslümanlık kökleşmiş ve ordusu kuvvetlenmiştir. Artık bütün Araplar, yeni İslâm devletini saygı ile karşılamakta idiler. Bundan sonra İslâm devletinin kuvvetini arttırmak ve düşmanlarını zayıf düşürmek için yeni bir adım daha atılmak icap ediyordu. O sırada Hayberlilerle Mekkeliler arasında Müslümanlar aleyhine gizli bir anlaşma yapıldığı haber alındı. Bunun üzerine Mekkelilerle bîr uzlaşmaya varılabilmek için bir plân çizilmiştir ki o da: Arabistan yarımadasında İslâmiyetin neşir ve tebliğ işini devam ettirmek ve kolaylaştırmak için Kureyşlilerle Hayberlilerin arasını açmak için Kâbeye karşı dostluktan ayrılmamak esası kabul edilmiştir. Haram aylarında Arapların kavga etmemeleri bu plânı kolaylaştırıyordu. Bundan dolayı haram aylarından Zilkadede hac için Mekkeye gidileceği ilân edilmiş ve Müslüman olmayan Arap kabilelerinin harp etmeyeceklerinden endişesiz olarak mukaddes Kâbeyi ziyarete katılmaları için etrafa davetler gönderilmiştir. Bu suretle Mekkeye doğru gidişin hac için olup, savaş için olmadığı ve Müslüman olmayan Arapların da buna katılmaları istenmiştir ki, şayet Kureyşliler buna mani olmak isterlerse umumî efkâr Müslümanlar lehine dönsün... Harb etmemek kararında olan Müslümanlar, Resulü Ekrem'le birlikte bin dört yüz kişi olarak yola çıktılar. Hazreti Peygamber Kısvâ adlı devesine binmiş olduğu halde kafilenin en önünde gidiyordu. Böylece Medineden ayrılan kafile beraberlerinde kurbanlık koyun götürmekte idi. Ömre ehrama girmişti ki bu, kendilerinin harb istemediğini ve ancak Beytullahı ziyaret maksadını güttüklerini gösteriyordu. Medineden on beş kilometre kadar uzakta Zilhalife mevkiine varıldı. Orada Ömrenin «Lebbeyk» tekbirini işittiler, Mekkeye doğru yol aldılar. Bunların hac için geldikleri, kavga için gelmedikleri haberi Kureyşlilere ulaşınca onlar bunu Muhammed'in bir plânı olduğuna atfederek korku ve endişeye düşmüşler ve ne bahasına olursa olsun Hazreti Muhammed'i Mekkeye sokmama ğa karar vermişlerdir. Bunun için Müslümanlarla mücadele etmek üzere bir ordu kurulmuş, Velid oğlu Halid ve Ebu Cehil oğlu Akreme kumandalarında olarak içinde ikiyüz atlı bulunan büyük bir kuvvet meydana gelmişti. Bu ordu Mekkeden çıkarak hac için gelenleri kovmak için ilerledi ve ilk konakta durdu. Kureyş kumandam Halid Bin'il-Velid Müslümanları gafil avlamak ve birden hücum etmek için hazırlanmıştı. Müslümanlar Mekkeye yakın Gasvan mevkiine gelmişlerdi. Resulü Ekrem yolda tesadüf ettiği Kaab kabilesinden bir Araptan şu malûmatı aldı: «Kureyşliler sizin gelmekte olduğunuzu duymuşlar ve sırtlarına kaplan derileri geçirerek ilk konakta durdular. Seni Mekkeye sokmamak için and içtiler, başlarında Velid oğlu Halid var, süvarileri Gasvan mevkiine on beş kilometre uzaktadırlar.» dedi. Cenabı Resul bu haberi işitince: «Allaha and içerim ki bana nübüvvet vazifesini veren Cenabı Hak beni muzaffer kılıncaya ve ölünceye kadar çalışacağım» buyurdular ve tanzim ettikleri plânı gözden geçirdiler. Yalnız harb için herhangi bir hazırlık yapılmadı. Kureysliler harb için büyük bir ordu göndermişlerdi. Onların icbar edecekleri bir harbe, îslâm mücahitleri iman kuvvetleriyle iştirak edebilirlerdi. Fakat harb için değil, hac için geliyorlardı. Bu sebeple müminler Mekkeye döğüşerek değil, sulh ve sükûn içinde girmek istiyorlardı. Bu sayede Müslümanlığın davet tebliğ işindeki ulviyeti de meydana çıkmakta idi. Bu hal gerek bütün Araplarda gerekse Kureyşlilerde bir fikir uyandırmış ve onları düşünmeğe davet etmiştir. Müslümanların bu hareketleri dâvalarındaki samimiyet ve doğruluğu göstermesi itibariyle de cidden mühimdi. Kureyşlilere fırsat ve bahane vermemek için başka bir yoldan Mekkeye girmek düşünüldü. Bîr kılavuz bulundu, dağlar arasından, sarp yollardan, binbir zorlukla ve yorucu gayretlerle o yolu geçtiler ve bir ovaya çıktılar, Hudeybiye denilen mevkide konakladılar, orada İslâm ordusuna düzen verildi. Halid'in kumandasındaki Kureyş ordusu onları görünce Müslümanların kendi ordusunu çiğneyip Mekke hudutlarından aşacaklarından korktular ve Mekkeyi m üdafaa için geri döndüler. Putperestlerin ordusu Mekke içinde, Müslümanların ordusu da Hudeybiye'de yer alarak karşı karşıya geldiler. Her iki ordu ne şekilde hareket edilmesi lâzım geldiğini düşünüyor, vaziyete göre plânlar hazırlıyorlardı. Kureyşliler, Müslümanları döndürmek için güçlerinin yettiği kadar hazırlanmış olmakla beraber müminlerle kolayca başa çıkılamayacağını da takdir ediyorlardı. Hazreti Peygamber Omra'nın ehrama girdiği gibi yapmıştır ki bu; bir dostluk ve sulh alâmetidir. Bu şekilde Resulü Ekrem Hudeybiye'de beklemeyi tercih etti. Karsı taraftan elçilerin gelmesine intizar ediyordu..
Kurey şliler; Müslümanların hakikaten hac için gelip gelmediklerini Öğrenmek maksadiyle Peygambere bir tahkik heyeti gönderdiler. Bu heyet kısa bir görüşmeden sonra Peygamberin ve eshabının harb için değil, hac için geldiklerine kanaat getirerek döndüler ve : Müslümanların Kâbeyi ziyaret ve omre ta'zim için geldiklerini söyledilerse de Kureyşliler buna inanmadılar. Ve bunu heyet azasının Hazreti Muhanınıed'e olan dostluk hayranlığına atfettiler. Bunun üzerine Mekke Putperestleri başka bir heyet daha gönderdiler. O da birinci heyet gibi ayni fikir ve kanaatle geri döndü. Bundan sonra Kureysliler kendilerine ahidleri bulunan üç dört kabilenin reisi Hâlis'i Peygamberle görüşmek üzere gönderdiler. Bu adamın Peygamberi geri döndüreceğine emin idiler. Şayet Müslümanlar bu adamın da sözünü dinlemezse, Hâlis'in muğber olacağını ve böylece Mekke müdafaasının daha ziyade kolaylaşacağını düşündüler. Peygamber bu adamın gelişini haber alınca, kurbanlık hayvanları ortalığa saldırmıştı ki, bundan maksadın Kâbeyi ziyaret olduğu anlaşılsın... Nitekim Hâlis Müslümanların karargâhına geldiği vakit vadide deve ve koyunların otladığım görmüş ve bu manzaranın harb değil, hac alâmeti olduğuna kanaat getirmişti. Peygamberle de görüştükten sonra bu kanaati kuvvet bulan murahhas Mekkeye avdetle kararını Kureyşlilere bildirdi ve Müslümanların hac için Kâbeye gelmelerine müsaade edilmesini tavsiye etti. Eğer Peygamberin ve Müslümanların Kabe ziyaretine müsaade erilmezse kendisinin ve tevabiinin Mekkeyi terk edeceklerini hiddetle il âve etti. Kureyşliler onları, gönlünü kırmamak için biraz düşünmeğe vakit vermesini söyleyerek sustular. Bundan sonra Mes'ut Sakafi oğlu Arvyi'yi tam bir güvenç ve itimatla Peygamberin nezdine gönderdiler. Bu zat Resulü ekremle uzun uzadıya görüşmüş ve sonunda peygamberin haklı olduğunu ve yolunda azimli bulunduğunu görerek Mekkeye dönmüş ve şöyle konuşmuştur: Ey Kureyşliler! Ben Kîsrayı, Kayseri, Necâşîyi memleketlerinde gördüm. Bunlar arasında Muhammed gibi bir padişah görmedim. Abdest aldığında ümmeti akan suları kapışıyor. Saçlarından dökülenleri yere düşürmüyorlar. Eshabı onu katiyen ele vermezler. Bundan ötesini siz bilirsiniz, ne yapacağınızı siz düşününüz.» dedi. Bunun üzerine Kureyslilerin inat ve İsrarı azalacağına şiddet kesbetti. husumetleri arttı, boşu boşuna konuşup görüşmeleri uzadı. Peygamberimiz Kureyşîilerin elcileri belki kendilerinden korkuyor düşüncesiyle kendi murahhaslarını göndermeyi daha muvafık buldu. Fakat Kureyşliler bu elçinin devesini kestiler, eğer müdafaa edilmese idi az kalsın öldüreceklerdi. Küffar üstelik geceleri kötü ruhlu adamlarını Müslüman ordugâhına göndererek onları taşlattırdılar. Bu muameleden hiddete gelen müminler Kureyşlilerle harb etmeyi düşündülerse de Peygamber onları teskin ediyordu. O sırada Kureyşlilerden elli kişi Müslümanlara tecavüz için ordugâhlarına gelmişlerse de bunların cümlesi yakalanarak Peygamberin huzuruna getirildi. Resulü Ekrem bunların hepsini affederek serbest bıraktı. Bu hâdisenin büyük bir tesiri oldu ve Müslümanların cenk için değil, hac için geldiklerini isbat etti. Böylece Mekkede umumi efkâr Hazretî Muhammed'in lehine döndü. O derecede ki, o dakikada Müslümanlar Mekkeye girecek ve aleyhdarı buna mâni olmağa kalkacak olsalardı vaziyet bütün bütün kendi aleyhlerine dönebilir ve bütün Mekkelilerle kabileler Kureyşlilerin düşmanı olabilirlerdi. Bundan dolayı Kureyşliler tecavüzden vaz geçmiş ve ne yapılmak lâzım geldiğini düşünmeğe koyulmuşlardı. Ortalık sükûna kavuşunca Peygamber kendi murahhaslarını göndermek istemiş ve Hattab oğlu Ömer'e gitmesini s öylemiştir. Ömer şu mukabelede bulunmuştur: Ey Allanın Peygamberi, Kureyslilerin bana fenalık yapmalarından çekinirim. Mekkede Ka'b oğlu Adi kabilesinden beni himaye edecek kimse yok. Kureyşlîler, benim kendilerine olan düşmanlığımı ve sertliğimi bilirler. Lâkin onların benden üstün tuttukları biri var. Aff an oğlu Osman.. O daha münasiptir, dedi. Peygamber Osman'ı çağırarak onu Ebu Süfyan'a gönderdi. Osman Kurenyşilere vazifesini söyledi. Onlar da Kâbeyi tavaf etmek ister isen, et dedilerse de Osman; Allanın Resulü tavaf etmeden ben etmem dedi ve Kureyşlilere ne maksatla gönderildiğini izah etti. Kureyşliler bunu kabul etmediler. Aralarındaki müzakereler uzadı. Kureyşlilerle Müslümanların arasındaki anlaşmazlıkları bertaraf edecek çareler akla geldi. İçine düştükleri bu çıkmazdan, bu sıkıntılı vaziyetten kurtulmak ve Muhammed ile aralarındaki düşmanlığa son vermek için Osmandan istifadeyi düğündüler. Osmanın Mekkedeki ikameti uzayınca müs-lümanlar arasında endişe belirdi ve Kureyslilerin hainlik edip Osmanı öldürdükleri şayiası çıktı, Müslümanların merakları arttı. Kureyslilerin Osrnanı öldürdüğü endişesi Peygamberi de sardı. Müslümanlar cuş-u buruşa geldiler, herbirinin eli kılınçlarının kabzasına yapıştı ve cümlesi harb için ayaklandı. O zaman Resulü Ekrem sulh ve dostluk plânını tekrar gözden geçirdi. Kureyşliler haram ayında hainlik edip elçi Osman'a kıyınca barış plânının gözden geçirilmesi zarurî görüldü. Bunun için: «Onlarla döğüşmedikten sonra buradan gitmeyiz» dedi. Sonra bir ağacın altına giderek esbabını yanına çağırdı ve kendilerinden muvafakat istedi. Cümlesi ölümden kaçmamak için and içtiler. Esbabın coşkunlukları, fedakârlıkları, azim ve imanları bütün vuzuhiyle görülüyordu. Böylece andlaşma sona erince. Resulüllah iki elini birbirine çarparak Osman da kendileriyle birlikte imiş gibi onun namına da and içti. Bu; Rıdvan andı ü-zerine şu âyet-i kerime nazil oldu: (Fetih sûresi, âyet 18-19).
«And olsun ki Allah müminlerden seninle ağacın altında biat ederlerken razı olmuştur da kalblerindekini bilerek üzerlerine kuvvei maneviyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih( Felh-i karib) ve alacaklar ı birçok ganimetlerle mükafatlandırmıştır. Allah mutlak galiptir. Tek hüküm ve hikmet sahibidir.»
Bu âyetin Hayber fethini müjdelediği Müslüman âlimler tarafından beyan edilmiştir. Ağaç altı biatından sonra Müslümanlar hemen harb ve hücuma hazırlanırken Osman'ın Öldürülmediği haberi geldi. Arkasından da Osman geri geldi ve Kureyslilerin söylediklerini bildirdi. Bunun üzerine Peygamberle Kureyşliler arasında dostluk müzakereleri yenilenerek daha geniş bir görüşme yapılmasına karar verildi. Bu vazifeye Amru oğlu Süheyl memur edildi. Yapılan müzakere neticesinde Müslümanların bir yıl Mekkeye girmekten vazgeçmeleri teklif edildi ve Resulü Ekrem de bu esas dahilinde barışı kabul etti. Zira Kabe ziyaretinden maksat hasıl olmuş olup bu sene ile gelecek sene arasında bir fark görülmemiştir. Müslümanların istedikleri şey, Hayberlileri Kureyşlilerden ayırmak ve islâmlığı tamim için kendisiyle Araplar arasındaki mânileri kaldırmaktı. Bu sebeple Kureyşlilerle Müslümanlar arasında arka , arkaya devam eden harblerin durdurulması isteniyordu. Hac ve ehramın bugün veyahut yarın yapılmasında bir fark yoktu. Böylece Amru oğlu Süheyl ile müzakerelere girişilmiş, uzun münakaşalar yapılmış, şartlar konuşulmuştur. Çok defa kesilmek raddesine gelen bu münakaşalar Resulü Ekremin hakimane idaresi sayesinde devam etmekte idi. Müslümanlar Peygamberin etrafında çevrelenip bu konuşmaları takip ediyorlardı. Bunlar bu müzakerelerin hac için yapıldığını zannediyorlardı. Halbuki Peygamber harbin önüne geçmek için konuşuyordu. Bu sebeple Müslümanlar bu müzakereden müteessir oldular. Peygamberimiz ise uzun münakaşa ve dağınık fikirler ve muvakkat kazançlara bakmadan cereyan eden müzakerelerden memnun olmakta ve müzakereyi hedefe varacak şekilde yürütmekte idi ki sonunda her iki taraf muayyen şartlar dahilinde uyuşmuş ve anlaşmışlardı. Bu şartlar Müslümanların hoşuna gitmeyip onları galeyana getirdi ve muahedeyi reddedip harb etmek için Peygamberi iknaa çalıştılar. Bunun için Hattab oğlu Ömer Ebubekire giderek: «Dinimizi aşağı tutmak hakkı bize verilmiş değildir» dedi ve birlikte Peygambere gidip ikna etmeyi teklif etti; Ebubekir; Peygamberin beğendiği şeyleri beğenmek lâzımdır diye Ömeri iknaa çalıştı ise de muvaffak olamadı. Bunun üzerine Ömer hiddet ve tehevvür içinde Peygambere giderek konuştu. Onun sözleri Resulü Ekremin sabır ve sebatından bir şey eksiltmedi ve Ömer'e şöyle hitap etti: « Ben Allahm kulu ve Resulüyüm. Onun emrine muhalefet edemem. O, hiç bir vakit beni terk etmez.» Peygamber ondan sonra Talib oğlu Ali'yi çağırdı ve ona: «Rahman ve Rahim olan Allahın ismiyle yaz dedi: Bu sırada Süheyl elini tuttu ve «Rahman ve Rahimi ben tanımam. Ey Allah senin adına» diye yaz dedi. Peygamber öyle yazdırdı. Sonra: Allahın Peygamberinin Amru oğlu Süheyl ile barıştığını yaz dedi. Süheyl yine elini tuttu ve şöyle söylendi: «Ben senin Allahın Resulü olduğuna inanmış olsaydım seninle harb etmezdim. Onun için yalnız kendi ismini ve babanın adını yaz.» dedi. Resulü Ekrem bunun üzerine: «Abdullah oğlu Muhammed'in sulh mukavelesidir.» diye yazdırdı. İki tarafın uzlaşması şu maddeleri havi idi:
1 � Mukavele, bîr sulh sözleşmesi olup iki taraf arasında barışı ve cenk ve harb olmayacağını bildirir.
2 � Kureyşlilerden Müslüman olup da velisinin müsaadesi olmaksızın Muhammed'in yanına gelen olursa Muhammed onu geri çevirecek ve Müslümanlardan her hangi biri dininden dönüp Kureyşlilere dönecek olursa onu geri çevirmiyecektir.
3 � Araplardan her kim isterse Muhammed'le anlaşma, uzlaşma yapabileceği gibi Kureyşlilerle de isteyen yapabilecektir.
4 -- Muhammed, bu sene arkada şlariyle birlikte Mekkeden dönecekler, gelecek yıl Mekkeye girebilecek ve orada üç gün kalacaklar, yanlarında silâh olarak sadece kınlarına sokulmuş kılınçlar bulunacak, başka silâh bulunmayacaktır.
5 � Muahede imzalandığı tarihten muteber olarak on yıl devam edecektir.
Resul ü Ekrem ile Süheyl Müslümanların hiddet ve tehevvürleri ve kırgınlıkları arasında bu uzlaşmayı imzaladılar, Süheyl Mekke'ye dönmüştü. Peygamberimiz Müslümanlarda müşahede ettiği teessür, coşkunluk ve şiddetli harb arzularından münfeil dargın ve küskün olmuştu. Beraberinde götürdüğü hanımı Ümmü Selmenin yanına gitti ve düşüncelerin ona anlattı. O da:
«Ey Allahın Resulü! Müslümanlar senin istemediğini yapmazlar. Onların celâdetleri ve kahramanlıkları dinleri ve Allah ile senin Peygamberliğine imanları yüzündendir. Sen traş ol, ve ehramdan çık, onlar sana uyarlar. Sonra onları al Medineye dön.» dedi.
Peygamber M üslümanların yanına gitti ve ehramdan çıkıldığını göstermek için saclarını kestirdi, içine güven ve meserret doldu. Müslümanlar kendisini ve nefsine olan itimadını görünce cümlesi koşuşarak kurbanlarım kestiler, kimisi saçlarını kesti, bazıları da kısalttılar. Peygamber Müslümanlarla Medineye dönerken (Inna Fetahna) sûresi nazil oldu:.
«Gerçekten biz sana aşikâr bir zafer yolu açtık. Ki böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını mağfiret kılsın. Senin üzerine nimetini tamamlasın ve seni doğru yola götürsün.» diye başlayan ve onuncu âyetinde; «Seninle anlaşma abdi yapanlar ancak Allah ile anlaşma ahdi yapmışlardır. Allahın eli onların elinin üstündedir. Kim bu ahdi bozarsa kendi nefsi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allaha karşı ahdine vefa gösterirse O, ona büyük mükâfat verir.»
Ve 29 uncu âyetinde:
«Muhammed, Allahın Resulüdür. Onunla beraber bulunanlar kâfirlere karşı çetin, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükû eder, secdeye varır görürsün. Onlar Allahın lütuf ve rızasını dilerler. Onların nişanlarını yüzlerinde görürsün. Bu, secdenin izidir, işte onların Tevrattaki vasıfları budur. İncildeki vasıfları şöyledir: Onlar ekilmiş bir tohum misali gibidir, filiz verir, gittikçe kuvvetlenir ve kalınlaşır. Sapları üzerine doğrulup yükselerek bir ekin olurlar. Bu, ekicilerin hoşuna gider, böylece kâfirler öfkelenirler. Allah'a içlerinden iman edip salih amel sahiplerine mağfiret ve büyük mükâfat vaadetti.»
Vaadlerini ihtiva eden s ûreyi, Cenabı Peygamber basından sonuna kadar okudu. O zaman yapılan anlaşmanın Müslümanlar için sarih bir Fetih ve zafer olduğuna Müslümanların cümlesi kani oldular ve böylece Medineye döndüler. Resulü Ekrem Hayber'in mevcudiyetine son vermek ve İslâmiyeti Arabistanda ve haricinde neşir ve takviye etmek yolundaki plânını tatbike koyuldu. Kureyşlilerle yapılan barışın verdiği fırsat ve zaman zarfında bazı düşman varlıklarını bertaraf etmeğe ve memleket haricindeki işlerle uğraşmağa boş zaman buldu. Bununla Cenabı Resul hacca gitmeğe kalktığı zaman çizdiği plânın uğradığı zorluklar ve karşısına çıkan manilere rağmen arzuladığı siyasî neticeleri elde etmişti. Bunun için Hudeybiye anlaşmasının aşikâr bir fetih, bir zafer olduğu görüldü ve şu neticeleri sağladı:
1 -- Gerek b ütün Araplarda ve gerekse Mekke ve Kureyşlilerde İslâmiyetin neşrini destekleyen Müslümanların kıymet ve itibarı arttı.
2 � Müslümanların Peygamberlerine itimat ve emniyetleri arttı ve korkunç tehlikelere şiddetle mukabeleleri ve ölümden korkmadıklarını gösterdi.
3 � Müslümanlara; siyasî manevraların İslâmiyetin neşrinde faideli olduğunu gösterdi.
4 - Mekkede putperestler aras ında kalmış olan Müslümanların düşman ordugâhı içinde bir cep vazifesi görmelerini kolaylaştırdı.
5 � Siyasette gidilecek yolun başında doğruluk ve ahde vefa olduğunu gösterdi. Ancak müracaat edilecek çarenin behemehal bir deha ve idrak örneği olması ve bağ vurulan küçük tedbirlerin istihdaf ettiği büyük gayenin düşmandan gizli tutulması.
* * *
Kurey şliler; Müslümanların hakikaten hac için gelip gelmediklerini Öğrenmek maksadiyle Peygambere bir tahkik heyeti gönderdiler. Bu heyet kısa bir görüşmeden sonra Peygamberin ve eshabının harb için değil, hac için geldiklerine kanaat getirerek döndüler ve : Müslümanların Kâbeyi ziyaret ve omre ta'zim için geldiklerini söyledilerse de Kureyşliler buna inanmadılar. Ve bunu heyet azasının Hazreti Muhanınıed'e olan dostluk hayranlığına atfettiler. Bunun üzerine Mekke Putperestleri başka bir heyet daha gönderdiler. O da birinci heyet gibi ayni fikir ve kanaatle geri döndü. Bundan sonra Kureysliler kendilerine ahidleri bulunan üç dört kabilenin reisi Hâlis'i Peygamberle görüşmek üzere gönderdiler. Bu adamın Peygamberi geri döndüreceğine emin idiler. Şayet Müslümanlar bu adamın da sözünü dinlemezse, Hâlis'in muğber olacağını ve böylece Mekke müdafaasının daha ziyade kolaylaşacağını düşündüler. Peygamber bu adamın gelişini haber alınca, kurbanlık hayvanları ortalığa saldırmıştı ki, bundan maksadın Kâbeyi ziyaret olduğu anlaşılsın... Nitekim Hâlis Müslümanların karargâhına geldiği vakit vadide deve ve koyunların otladığım görmüş ve bu manzaranın harb değil, hac alâmeti olduğuna kanaat getirmişti. Peygamberle de görüştükten sonra bu kanaati kuvvet bulan murahhas Mekkeye avdetle kararını Kureyşlilere bildirdi ve Müslümanların hac için Kâbeye gelmelerine müsaade edilmesini tavsiye etti. Eğer Peygamberin ve Müslümanların Kabe ziyaretine müsaade erilmezse kendisinin ve tevabiinin Mekkeyi terk edeceklerini hiddetle il âve etti. Kureyşliler onları, gönlünü kırmamak için biraz düşünmeğe vakit vermesini söyleyerek sustular. Bundan sonra Mes'ut Sakafi oğlu Arvyi'yi tam bir güvenç ve itimatla Peygamberin nezdine gönderdiler. Bu zat Resulü ekremle uzun uzadıya görüşmüş ve sonunda peygamberin haklı olduğunu ve yolunda azimli bulunduğunu görerek Mekkeye dönmüş ve şöyle konuşmuştur: Ey Kureyşliler! Ben Kîsrayı, Kayseri, Necâşîyi memleketlerinde gördüm. Bunlar arasında Muhammed gibi bir padişah görmedim. Abdest aldığında ümmeti akan suları kapışıyor. Saçlarından dökülenleri yere düşürmüyorlar. Eshabı onu katiyen ele vermezler. Bundan ötesini siz bilirsiniz, ne yapacağınızı siz düşününüz.» dedi. Bunun üzerine Kureyslilerin inat ve İsrarı azalacağına şiddet kesbetti. husumetleri arttı, boşu boşuna konuşup görüşmeleri uzadı. Peygamberimiz Kureyşîilerin elcileri belki kendilerinden korkuyor düşüncesiyle kendi murahhaslarını göndermeyi daha muvafık buldu. Fakat Kureyşliler bu elçinin devesini kestiler, eğer müdafaa edilmese idi az kalsın öldüreceklerdi. Küffar üstelik geceleri kötü ruhlu adamlarını Müslüman ordugâhına göndererek onları taşlattırdılar. Bu muameleden hiddete gelen müminler Kureyşlilerle harb etmeyi düşündülerse de Peygamber onları teskin ediyordu. O sırada Kureyşlilerden elli kişi Müslümanlara tecavüz için ordugâhlarına gelmişlerse de bunların cümlesi yakalanarak Peygamberin huzuruna getirildi. Resulü Ekrem bunların hepsini affederek serbest bıraktı. Bu hâdisenin büyük bir tesiri oldu ve Müslümanların cenk için değil, hac için geldiklerini isbat etti. Böylece Mekkede umumi efkâr Hazretî Muhammed'in lehine döndü. O derecede ki, o dakikada Müslümanlar Mekkeye girecek ve aleyhdarı buna mâni olmağa kalkacak olsalardı vaziyet bütün bütün kendi aleyhlerine dönebilir ve bütün Mekkelilerle kabileler Kureyşlilerin düşmanı olabilirlerdi. Bundan dolayı Kureyşliler tecavüzden vaz geçmiş ve ne yapılmak lâzım geldiğini düşünmeğe koyulmuşlardı. Ortalık sükûna kavuşunca Peygamber kendi murahhaslarını göndermek istemiş ve Hattab oğlu Ömer'e gitmesini s öylemiştir. Ömer şu mukabelede bulunmuştur: Ey Allanın Peygamberi, Kureyslilerin bana fenalık yapmalarından çekinirim. Mekkede Ka'b oğlu Adi kabilesinden beni himaye edecek kimse yok. Kureyşlîler, benim kendilerine olan düşmanlığımı ve sertliğimi bilirler. Lâkin onların benden üstün tuttukları biri var. Aff an oğlu Osman.. O daha münasiptir, dedi. Peygamber Osman'ı çağırarak onu Ebu Süfyan'a gönderdi. Osman Kurenyşilere vazifesini söyledi. Onlar da Kâbeyi tavaf etmek ister isen, et dedilerse de Osman; Allanın Resulü tavaf etmeden ben etmem dedi ve Kureyşlilere ne maksatla gönderildiğini izah etti. Kureyşliler bunu kabul etmediler. Aralarındaki müzakereler uzadı. Kureyşlilerle Müslümanların arasındaki anlaşmazlıkları bertaraf edecek çareler akla geldi. İçine düştükleri bu çıkmazdan, bu sıkıntılı vaziyetten kurtulmak ve Muhammed ile aralarındaki düşmanlığa son vermek için Osmandan istifadeyi düğündüler. Osmanın Mekkedeki ikameti uzayınca müs-lümanlar arasında endişe belirdi ve Kureyslilerin hainlik edip Osmanı öldürdükleri şayiası çıktı, Müslümanların merakları arttı. Kureyslilerin Osrnanı öldürdüğü endişesi Peygamberi de sardı. Müslümanlar cuş-u buruşa geldiler, herbirinin eli kılınçlarının kabzasına yapıştı ve cümlesi harb için ayaklandı. O zaman Resulü Ekrem sulh ve dostluk plânını tekrar gözden geçirdi. Kureyşliler haram ayında hainlik edip elçi Osman'a kıyınca barış plânının gözden geçirilmesi zarurî görüldü. Bunun için: «Onlarla döğüşmedikten sonra buradan gitmeyiz» dedi. Sonra bir ağacın altına giderek esbabını yanına çağırdı ve kendilerinden muvafakat istedi. Cümlesi ölümden kaçmamak için and içtiler. Esbabın coşkunlukları, fedakârlıkları, azim ve imanları bütün vuzuhiyle görülüyordu. Böylece andlaşma sona erince. Resulüllah iki elini birbirine çarparak Osman da kendileriyle birlikte imiş gibi onun namına da and içti. Bu; Rıdvan andı ü-zerine şu âyet-i kerime nazil oldu: (Fetih sûresi, âyet 18-19).
«And olsun ki Allah müminlerden seninle ağacın altında biat ederlerken razı olmuştur da kalblerindekini bilerek üzerlerine kuvvei maneviyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih( Felh-i karib) ve alacaklar ı birçok ganimetlerle mükafatlandırmıştır. Allah mutlak galiptir. Tek hüküm ve hikmet sahibidir.»
Bu âyetin Hayber fethini müjdelediği Müslüman âlimler tarafından beyan edilmiştir. Ağaç altı biatından sonra Müslümanlar hemen harb ve hücuma hazırlanırken Osman'ın Öldürülmediği haberi geldi. Arkasından da Osman geri geldi ve Kureyslilerin söylediklerini bildirdi. Bunun üzerine Peygamberle Kureyşliler arasında dostluk müzakereleri yenilenerek daha geniş bir görüşme yapılmasına karar verildi. Bu vazifeye Amru oğlu Süheyl memur edildi. Yapılan müzakere neticesinde Müslümanların bir yıl Mekkeye girmekten vazgeçmeleri teklif edildi ve Resulü Ekrem de bu esas dahilinde barışı kabul etti. Zira Kabe ziyaretinden maksat hasıl olmuş olup bu sene ile gelecek sene arasında bir fark görülmemiştir. Müslümanların istedikleri şey, Hayberlileri Kureyşlilerden ayırmak ve islâmlığı tamim için kendisiyle Araplar arasındaki mânileri kaldırmaktı. Bu sebeple Kureyşlilerle Müslümanlar arasında arka , arkaya devam eden harblerin durdurulması isteniyordu. Hac ve ehramın bugün veyahut yarın yapılmasında bir fark yoktu. Böylece Amru oğlu Süheyl ile müzakerelere girişilmiş, uzun münakaşalar yapılmış, şartlar konuşulmuştur. Çok defa kesilmek raddesine gelen bu münakaşalar Resulü Ekremin hakimane idaresi sayesinde devam etmekte idi. Müslümanlar Peygamberin etrafında çevrelenip bu konuşmaları takip ediyorlardı. Bunlar bu müzakerelerin hac için yapıldığını zannediyorlardı. Halbuki Peygamber harbin önüne geçmek için konuşuyordu. Bu sebeple Müslümanlar bu müzakereden müteessir oldular. Peygamberimiz ise uzun münakaşa ve dağınık fikirler ve muvakkat kazançlara bakmadan cereyan eden müzakerelerden memnun olmakta ve müzakereyi hedefe varacak şekilde yürütmekte idi ki sonunda her iki taraf muayyen şartlar dahilinde uyuşmuş ve anlaşmışlardı. Bu şartlar Müslümanların hoşuna gitmeyip onları galeyana getirdi ve muahedeyi reddedip harb etmek için Peygamberi iknaa çalıştılar. Bunun için Hattab oğlu Ömer Ebubekire giderek: «Dinimizi aşağı tutmak hakkı bize verilmiş değildir» dedi ve birlikte Peygambere gidip ikna etmeyi teklif etti; Ebubekir; Peygamberin beğendiği şeyleri beğenmek lâzımdır diye Ömeri iknaa çalıştı ise de muvaffak olamadı. Bunun üzerine Ömer hiddet ve tehevvür içinde Peygambere giderek konuştu. Onun sözleri Resulü Ekremin sabır ve sebatından bir şey eksiltmedi ve Ömer'e şöyle hitap etti: « Ben Allahm kulu ve Resulüyüm. Onun emrine muhalefet edemem. O, hiç bir vakit beni terk etmez.» Peygamber ondan sonra Talib oğlu Ali'yi çağırdı ve ona: «Rahman ve Rahim olan Allahın ismiyle yaz dedi: Bu sırada Süheyl elini tuttu ve «Rahman ve Rahimi ben tanımam. Ey Allah senin adına» diye yaz dedi. Peygamber öyle yazdırdı. Sonra: Allahın Peygamberinin Amru oğlu Süheyl ile barıştığını yaz dedi. Süheyl yine elini tuttu ve şöyle söylendi: «Ben senin Allahın Resulü olduğuna inanmış olsaydım seninle harb etmezdim. Onun için yalnız kendi ismini ve babanın adını yaz.» dedi. Resulü Ekrem bunun üzerine: «Abdullah oğlu Muhammed'in sulh mukavelesidir.» diye yazdırdı. İki tarafın uzlaşması şu maddeleri havi idi:
1 � Mukavele, bîr sulh sözleşmesi olup iki taraf arasında barışı ve cenk ve harb olmayacağını bildirir.
2 � Kureyşlilerden Müslüman olup da velisinin müsaadesi olmaksızın Muhammed'in yanına gelen olursa Muhammed onu geri çevirecek ve Müslümanlardan her hangi biri dininden dönüp Kureyşlilere dönecek olursa onu geri çevirmiyecektir.
3 � Araplardan her kim isterse Muhammed'le anlaşma, uzlaşma yapabileceği gibi Kureyşlilerle de isteyen yapabilecektir.
4 -- Muhammed, bu sene arkada şlariyle birlikte Mekkeden dönecekler, gelecek yıl Mekkeye girebilecek ve orada üç gün kalacaklar, yanlarında silâh olarak sadece kınlarına sokulmuş kılınçlar bulunacak, başka silâh bulunmayacaktır.
5 � Muahede imzalandığı tarihten muteber olarak on yıl devam edecektir.
Resul ü Ekrem ile Süheyl Müslümanların hiddet ve tehevvürleri ve kırgınlıkları arasında bu uzlaşmayı imzaladılar, Süheyl Mekke'ye dönmüştü. Peygamberimiz Müslümanlarda müşahede ettiği teessür, coşkunluk ve şiddetli harb arzularından münfeil dargın ve küskün olmuştu. Beraberinde götürdüğü hanımı Ümmü Selmenin yanına gitti ve düşüncelerin ona anlattı. O da:
«Ey Allahın Resulü! Müslümanlar senin istemediğini yapmazlar. Onların celâdetleri ve kahramanlıkları dinleri ve Allah ile senin Peygamberliğine imanları yüzündendir. Sen traş ol, ve ehramdan çık, onlar sana uyarlar. Sonra onları al Medineye dön.» dedi.
Peygamber M üslümanların yanına gitti ve ehramdan çıkıldığını göstermek için saclarını kestirdi, içine güven ve meserret doldu. Müslümanlar kendisini ve nefsine olan itimadını görünce cümlesi koşuşarak kurbanlarım kestiler, kimisi saçlarını kesti, bazıları da kısalttılar. Peygamber Müslümanlarla Medineye dönerken (Inna Fetahna) sûresi nazil oldu:.
«Gerçekten biz sana aşikâr bir zafer yolu açtık. Ki böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını mağfiret kılsın. Senin üzerine nimetini tamamlasın ve seni doğru yola götürsün.» diye başlayan ve onuncu âyetinde; «Seninle anlaşma abdi yapanlar ancak Allah ile anlaşma ahdi yapmışlardır. Allahın eli onların elinin üstündedir. Kim bu ahdi bozarsa kendi nefsi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allaha karşı ahdine vefa gösterirse O, ona büyük mükâfat verir.»
Ve 29 uncu âyetinde:
«Muhammed, Allahın Resulüdür. Onunla beraber bulunanlar kâfirlere karşı çetin, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükû eder, secdeye varır görürsün. Onlar Allahın lütuf ve rızasını dilerler. Onların nişanlarını yüzlerinde görürsün. Bu, secdenin izidir, işte onların Tevrattaki vasıfları budur. İncildeki vasıfları şöyledir: Onlar ekilmiş bir tohum misali gibidir, filiz verir, gittikçe kuvvetlenir ve kalınlaşır. Sapları üzerine doğrulup yükselerek bir ekin olurlar. Bu, ekicilerin hoşuna gider, böylece kâfirler öfkelenirler. Allah'a içlerinden iman edip salih amel sahiplerine mağfiret ve büyük mükâfat vaadetti.»
Vaadlerini ihtiva eden s ûreyi, Cenabı Peygamber basından sonuna kadar okudu. O zaman yapılan anlaşmanın Müslümanlar için sarih bir Fetih ve zafer olduğuna Müslümanların cümlesi kani oldular ve böylece Medineye döndüler. Resulü Ekrem Hayber'in mevcudiyetine son vermek ve İslâmiyeti Arabistanda ve haricinde neşir ve takviye etmek yolundaki plânını tatbike koyuldu. Kureyşlilerle yapılan barışın verdiği fırsat ve zaman zarfında bazı düşman varlıklarını bertaraf etmeğe ve memleket haricindeki işlerle uğraşmağa boş zaman buldu. Bununla Cenabı Resul hacca gitmeğe kalktığı zaman çizdiği plânın uğradığı zorluklar ve karşısına çıkan manilere rağmen arzuladığı siyasî neticeleri elde etmişti. Bunun için Hudeybiye anlaşmasının aşikâr bir fetih, bir zafer olduğu görüldü ve şu neticeleri sağladı:
1 -- Gerek b ütün Araplarda ve gerekse Mekke ve Kureyşlilerde İslâmiyetin neşrini destekleyen Müslümanların kıymet ve itibarı arttı.
2 � Müslümanların Peygamberlerine itimat ve emniyetleri arttı ve korkunç tehlikelere şiddetle mukabeleleri ve ölümden korkmadıklarını gösterdi.
3 � Müslümanlara; siyasî manevraların İslâmiyetin neşrinde faideli olduğunu gösterdi.
4 - Mekkede putperestler aras ında kalmış olan Müslümanların düşman ordugâhı içinde bir cep vazifesi görmelerini kolaylaştırdı.
5 � Siyasette gidilecek yolun başında doğruluk ve ahde vefa olduğunu gösterdi. Ancak müracaat edilecek çarenin behemehal bir deha ve idrak örneği olması ve bağ vurulan küçük tedbirlerin istihdaf ettiği büyük gayenin düşmandan gizli tutulması.
* * *
Tarih Boyunca İslam Hakimiyeti
- MEVZUA GIRMEDEN
- BASLARKEN
- Ashabin Kitlelesmesi
- Davetin Yürümesi
- Davete Karsi Mukavemet
- Islam Davetinin Siddetlenmesi
- Davet Devrelerinde Iki Safha
- Intisar Sahasinin Genislemesi
- Birinci Akabe Biati
- BEDIR GAZASI
- Bir Kabilenin Sürülmesi
- Dahili Karisikliklara Son
- Ahzap Cengi
- Hudeybiye Andlasması
- Hayber Cengi
- Mö'te Savasi
- Mekke'nin Zabti
- Huneyn Gazvesi
- Tebük Harbi
- Arabistanda Islam Hakimiyeti
- Islam Devletine Karsi Yahudiler
- Islam Hakimiyetinin Devami
- Islam idaresinin Iç Siyaseti
- Îslam Hakimiyetinin Dıs Siyaseti
- Tek Bir Medeniyet Dairesine..
- Zaafa Ugratan Sebebler
- Islam Devletinin Inhilali
- Misyonerlik Faaliyeti
- BUGÜNKÜ VAZIFEMIZ
- HÜLÂSA