Davetin Yürümesi

İslama davet vazifesi Resulü Ekremin vazife-i nübüvveti üzerine aldığı günden belli idi. Mekke'de halk: Muhammed'in yeni dini ilân ettiğini biliyordu. Bundan başka birçok insanların hakikaten Müslüman oldukları ve Muhammed'in; arkadaşlarını toplu bir hale getirmek için geceleri uykusunu terk ederek ça­lıştığını ve Müslümanların kitle haline gelmelerini ve hak dini ne sarılma işini gizli tuttuğu da biliniyordu. Halk, bu davete iman ve icabet edenlerin nerede toplandıklarını ve kimler olduklarım bilmemekle beraber mevcudiyetlerinden haberdardılar. Bunun için Peygamberin islâm dinini ilân etmesi Mekke kâfirleri için yeni bir şey değildi. Yeni olan bir şey varsa o da bu imanlı cemaatin halkın huzuruna çıkmasıdır ki Abdülmuttalib oğlu Hamza, daha sonra üç gün ara ile Hazreti Ömer Müslüman dinine girdiklerinden Islâmiyetin kolu kanadı kuvvetlenmiş bulunmakta idi.

«Sana verilen emri ilân et! Allaha şirk koşanlardan yüz çevir. Biz seni, alay edenlerin şerrinden koruduk. Onlar ki Allahtan başka tanrı tutarlar, isin neye varacağını bileceklerdir.»

mealindeki âyeti kerime Peygambere nazil oldu. O da Allanın emrini açıklayarak birleşmek işini bütün halka bildirdi. Ancak baz ı Müslümanlar bir müddet gizli kaldılar. Kimisi Mekke'nin fethine kadar gizli kaldı. Peygamberin bu birleşmek işini meydana vurması şöyle olmuştur: Bir kısım Müslümanlar Abdülmuttalib oğlu Hamza'nın diğer kısım Müslümanlar da Hazreti Ömer'in riyasetinde, daha evvel Arapların bilmediği bir nizam ile Mekke'ye giderek Kabe etrafında tavaf etmeğe başladılar. Bu şekilde Resulü Ekrem ashabiyle birlikte gizlilikten aleniyete çıkarak bütün insanları İslama davete bağladılar, Bu suretle Müslüman olan cemaatle kâfirlerin çarpışmaları başladı. Salim ve doğru düşüncelerle bozuk ve fâsid olan düşünceler karşı karşıya geldiler. Bu karşılıklı mücadele ikinci merhaleyi teşkil eder. Küffar, İslâm aleyhine çalışmağa, Peygambere ve ashabına her türlü muhalefet ve fenalıklarla karşı koymağa başladılar. Ve bu yüz yüze çekişme ve savaş aralığı bütün asırların tanınmış korkunç hadiseleriyle mahmul bulunuyordu. Peygamberin evi taşlanıyor ve Ebu Leheb'in karısı Ümmü Cemil Peygamberimizin evinin Önüne pislikler atıyordu. Resulü Ekrem ise sadece bunları kaldırıp atmakla iktifa ediyordu. Ebu Cehil ise putlara kurban olarak kesilen dişi koyunun dişilik yerini Peygamberimizin üzerine atıyor, Peygamberimiz bu fenalıklara katlanıyor, temizliğini ifa için kızı Fatma'nın evine gitmekte îdi. Bütün bu kötülüklerin cümlesi, ancak sabır ve tahammülünün artmasına ve îslâma davet gayretinin devamına saik oluyordu. Müslümanlar korku ve eziyet içinde yaşıyorlardı. Her kabile; kendi içinde bulunan Müslümanlara işkence yapmağa ve dinlerinden vazgeçirmeğe çalışıyordu. O derecede ki; Habe­şistanlı Bilâl, Kureyşden birinin kölesi idi. Maahaza Müslüman olmakta ısrar ettiği için efendisi, ölsün diye kendisini kızgın gü­neşin altma yatırmış ve göğsünün üstüne taş koymuştur. Bilâli Habeşî Allah uğruna bu işkenceye katlanıyor ve bu halde, «birdir, birdir» sözlerinden başka bir şey söylememekte idi. Başka bir kadının da ölesine kadar işkenceye maruz kaldığı halde, kendisinden istenilen İslâmiyetten feragat ve atalarının dinine avdet teklifini kabul etmemiştir. Müslümanlar her yer­de hem topyekûn dövülüyor, hem de en kötü muamelelere ma ruz kal ıyordu. Bütün bunlara rağmen Allanın hoşnutluğunu tahsil için her şeye katlanıyorlardı.