Birleşmiş İslam Milletleri İdeali

Bugün müslüman dünyası, içinde yaşadığı keşmekeşlere rağmen bir tek mefkure etrafında toplanmanın ihtiyaç ve lü­zumunu fazlasiyle idrâk ediyor. Bütün yeryüzünde mevcutları on beş milyonu bulmayan İsrail oğullarının tesanüt ve bitlik sayesinde bugünkü mevkie gelmeleri, müslümanlan ziyadesiy­le ikaz etmiştir. Bize gelince, yedi yüz elli milyon müslümanın birleşmesini ve bir kuvvet teşkil etmesini hayal-i muhal telâk­ki edenler, bir avuç yahudinin ulaştığı mevkii görerek susmak ve biraz da utanmak zorunda kaldılar. Fakat bu; bizim yolu­muzu kesen, aramıza nifak sokan ve islâmı yeryüzünden kal­dırmak isteyen insanları yolundan alıkoymaz. Düşmanlarımız, kürre-i arz üzerinde bir, birleşmiş islâm milletleri görmeğe asla tahammül edemezler. Bunun için ellerinden gelenden faz­lasını yapmaktadırlar. Her memlekette ve her iklimde kiralık ve satılık vicdanlar bulunur. Dünya hazinelerini ve- servetini ellerinde tutanlar için istedikleri yerde bu satılık vicdanlar sa­yesinde istediklerini yaptırmak, birleşmeğe, anlaşmağa, seviş­meğe, sözleşmeğe mani olacak her çareye baş vurmakta te­reddüt etmezler. Atom devrinin insan zekâsı, ilk ve ortaçağın şeytanlarını gölgede bırakır.

Bugün insanoğlu, tasarladığı suikastı ve fitneyi her yerde ve her istediği mahalde o derece san'atkârâne ve maharetle yapıyor ki akıllar durur... Daima hak maskesine bürünmüş, daima hayırhah ve âlicenab, daima terakkiperver görünen bir sürü nazariyeler, biz müslümanlan gayemizden uzaklaştıran «İslâm Birliği» fikri, en geniş mânâda bir tesanüt ve kar­deşlik hissidir. Bu his, Resûl-i Ekrem zamanından beri mevcut­tur. Zaman-ı risaletinde, Peygamberimiz ve esbabı kiramı ken­dilerini yok etmek isteyen düşmanlara karşı birbirlerine sım­sıkı sarılmış, tam bir ittihat ve vifâk içinde idiler. Bu sayede muvaffak olmuşlar ve müslümanlık bu sayede yeryüzünün dört kögesine yayılmıştır.

Cenab ı Peygamberin bütün arzu ve gayesi, kürre-i arz üze­rinde yekvücut ve yek emel bir müslüman birliği görmek ve beşeriyeti medeniyeti Muhammediye ile sulha, saadete, huzur ve refaha ulaştırmaktı. İslâmın büyük hedefi budur. Bu gaye­nin temelleri o derece sağlam bir şekilde atılmıştı ki, asırlar o varlığa tesir etmekten âciz kalmış ve müslümanlık kudretine zaaf târî olmamıştır.

M üslümanlığın tarih boyunca maruz kaldığı suikastlar ve aleyhine tertiplenen fitnelere rağmen müslümanlar arasında mevcut kardeşlik başka hiçbir din ve millette görülmez. Bu­nun başka bir delili, ecdat dinini terk edip hidayete ermiş olan yüz milyonlarca insandan hiç bir kimsenin irtidat etmemiş ol­masıdır.

« Hac » müessesesi, müslüman birliği ve tesanüdünü sağla­yan en mühim âmillerden biridir. Taşıdığı manevî ve dinî mâ­nâya muvazi olarak «Hac» dünyanın her bucağındaki müslümanları bir araya toplayıp onları birbirleriyle tanıştırmak, yekdiğerinin halleriyle hem hâl olmak, birbirlerine yaklaştır­mak ve bir vahdet teşkil etmek için büyük hikmetler taşıyan bir farizadır. Borçsuz, harçsız insanların, hâli vakti yerinde, sahib-ü hallü akis olan kimselerin senede bir defa Kâbe-i Muazzamada buluşmalarının temin ettiği faideler gayet çoktur. Bu sayede müslümanlar dünyanın dört bir köşesinden gelerek ora­da buluşur, dertleşir ve yapılması iktiza eden hususlan karar­laştırırlar. Hac müessesesine daimî bir islâm kongresi demek mübalâğalı olmaz. Fakat orada ve Hac esnasında müslüman li­derleri ve şahsiyetleri bu hususları nazar-ı dikkate almazlar da sadece ferdî ve şahsî bir maksat takip ederlerse bu farzın aza met ve ehemmiyetini i drak etmemiş sayılırlar, îslâmiyetî, in­siyak hâline getirilmiş, vecd ve heyecandan uzaklaştırılmış sa­dece birer merasim-i diniye telâkki edenler, medeniyet-i Islâmiyenin hangi gayeyi hedef tuttuğundan bihaber olan insan­lardır.