Türk Askeri Filistinde

15 Ağustos 1914

Bütün Osmanlı ülkesinde bir hareket, bir kıpırdama, bir faaliyet var. Türkler'in de kavgaya katıldıkları söyleniyor. Zaten Dünya'nın neresinde bir cenk olur da Türk ondan geri kalır! Asya'nın göbeğinden bir sıçrayışta Avrupa'nın ortasına atlayan ve buraları bir yumrukta ellerine geçiren Türkler'den sakınmak lâzım geldiğini söylüyorlar bize!.. Geçenlerde Yafa Hükümet reisi köyümüzden geçti. Türk değil, Libyalı bir Arap. Ne bir kahvemizi içti, ne de yüzümüze bakmağa tenezzül etti. Suratından düşen bin parça olur. Babam başta köyün erkekleri herifi karşıladılar, selâmladılar, saygı gösterdiler, fakat hiç para etmedi. Anlaşılan bunlar bizim buradaki refah ve saadetimizi kıskanıyorlar, yerleştiğimizi istemiyor­lar. Varsın istemesinler,bir gün gelecek onlar buradan defo­lup gidecekler, buranın tek efendisi biz olacağız. Yalnız bu­ranın değil, bütün Dünya'nm!..

Aron bize ilk sinyali verdi: Kulaklarınız kirişte, gözleri­niz açık olsun! Her hareket, her hadise günü gününe bize bildirilecek. Sarah mutemet adamlarından Jozef ile ilk emri­ni gönderdi: "Mıntıkanızdan geçecek, yakınlarınızda konaklayacak veyahud yerleşecek her Türk birliğinin kuvvetini, kumandanını, silahlarını cinsini ve mümkünse kuman­danının adını öğrenip hemen bize bildiriniz. İçlerinden zabit ve neferlere sokullarak, onlara iltifat ederek, gönüllerini hoş ederek kendilerinden malumat alınız. Her haber bizim için mühimdir. Suzy! Tarih sana en büyük vazifeyi veriyor. Bu; Türkler'in bu topraklarda son günleridir. Bu günlerin kısal­tılması için çalışmak borcumuzdur. Onlar tamamiyle ayak­larını kesip buralardan defolmadıkça istikbalimiz emniyet altında değildir, Türkler'in ne kadar haşin ve barbar bir mil­let olduğunu tarihlerde okumuşsundur. Bugün bir şey anla­mıyor gözükürler fakat birgün, fırtınalar gib, kasırgalar gibi birdenbire kopup yuvamız, yurdumuzla birlikte silkip at­malarını daima hesaba katınız ve aklınızda tutunuz. Ona göre daima tetikte bulununuz ve en ufak hareketlerini takip edip bildiriniz. Yehova bizi korusun!"

* * *

Ortalık sarsılıyor, yeryerinden oynuyor. Arz-ı Mev'ud, alay alay tümen tümen Türk çizmeleri tarafından çiğneniyor. Hodkâm Almanlar ve barbar Türkler, birbirlerine ne kadar yakışıyor!.. Birlikte harbe girmişler, ikiside bizim düşmanımız. Şu nokta zihnimi o derece işgal ediyor ki, geçen gün köy muallimi Benjamen bana şunları anlattı:

"Ben Türkler'in barbar ve merhametsiz insanlar olduğuna katiyyen İnanmıyorum. Aksine olarak çok merhametli ve asil insanlardır. Bak bizleri buraya yerleştirdiler. Kendi köylüleri fakirlik ve sefalet içinde yüzerken biz burada kon­for ve refah içinde yaşıyoruz. Kimsenin bizi kıskandığı yok. Mal ve can emniyeti içindeyiz. Sonra şunu unutmayalım ki, "Avrupa'dan o mel'un Katolikler bizi koğup binbir çeşit iş­kenceye mâruz bıraktıkları zaman, medenî dünyada yalnız Türkler bize avucunu açmış, vatanlarından bize toprak ve yaşamak imkânı vermişlerdir. Hakikat bu, fakat İsrailin büyük ideali yok mu?"

* * *

Hakikat bu,öyle mi? Nasıl olur? Biz bu gerçeğe vakıf olunca var gücümüzle bu millete nasıl düşman olabiliriz? Ben gençliğimi, güzelliğimi, istikbalimi ve aşkımı, her şeyi­mi, her şeyimi bu millet aleyhine seferber etmiş bulunuyo­rum. Bizi köpekten aşağı tutan, bize her türlü zulmü reva gören,dindaşlarımızı bir çırpıda kıtır kıtır, doğruyan Ruslar ve Polonyalılara böyle bir husumet ve suikasdda bulunmayıp da bizi buralara yerleştiren, bize ekmek ve mekân veren Türkler aleyhine kullanmak ve bu işte vazife almak!.. Bu çok feci yarabbi! Demek her şey İsrail için her şey büyük İsrail devleti için öylemi? Ama bu hikâye o kadar bayat, o kadar eski, o kadar müstamel ki!.. Bir sürü kehânet, bir sürü fantazi, bir sürü mistik hikâye!.. Asırlarca ecdaddan evlâda evladdan ahfada hep bu masal, hep bu hikâye!.. Ondan sonra bü­tün milletlerin sönmek bilmeyen, gittikçe alevlenen kinleri ve düşmanlıkları. Şimdilik öyle... Yarını kimse bilmez. Fakat biz yarın için çalışıyonız,şu sonu gelmeyen yarınlar için...

Zihnimi kurcalayan, vicdanımı hırpalayan bu düşüncele­rimi mazallah duymasınlar, beni yok ederler vallahi... Hele babam, hele babam.,.

* * *

..................................... Silinmiş ve üç sahile okunamamistir.

* * *

Türkler'in Mısır'ı fethetmeğe hazırlandıkları söyleniyor. Amma tûl-i emel ha! Bir zamanlar zengin Viyana'yı yağma etmek için ellerini oralara kadar uzatmadılar mı? Yakın vak­te kadar Mısır onların ellerinde değil mi idi? Bizi sonuna ka­dar burada bırakırlar mı bilmem? Şu var ki biz bütün gücü­müzle onları arkadan hançerlemeğe çalışacağız.

Süveyş Kanalını geçip Mısır'ı fethetmek için Türklerin ge­niş ve ciddî mikyasta hazırlıklarda bulundukları burada bomba gibi patladı. Yeruşalem demiroyunu sökmüşler, Süveyşe doğru şimendöfer yapacaklarmış. Babam anlatıyor, Türk ordusunun kumandanı Cemal Paşa isminde gayet sert ve insafsız bir adammış. Türk kabinesinde de Bahriye Nâzırı imiş... Kim olursa olsun bu koca çölü nasıl aşacak bunlar!.. Sakın onlarda bizim kavmimiz gibi, Musa'nın ümmeti gibi Sina'da seneler senesi kendilerini kaybetmesinler, ama bu asırda hiç de bunu sanmam. Şu var ki onları Firavun yerine şimdi ingilizler karşılayacaklar. Yaşayan görür. Bekleyelim. Tarihi günler yaşadığımız malûm!.

Babam dün Kudüs'te Aron'un 'yanına gitti. Yafa Remle Mıntıkasında ne miktar asker toplandığını ve daha cenuplara ne kadar süvari, topçu ve piyade geçtiğini bildirdik. İçlerin­de Alman zabitleri olduğunu ve "Fon Kreys" isminde bir de Alman generali olduğunu onlar tabii biliyorlar. Hiç görmediğimiz hecin süvari kıtalarını da bildirdik. Taberiye'de Lübnan'dan gelmiş bir piyade fırkası olduğunu ilâve ettik. Daha da malûmat topluyorum, civar yahudi köyleri de elde ettik­leri haberleri Kefer Kenna'da Hıristiyan rahibi kıyafetine gir­miş olan fedakâr ırkdaşımız "Mişel=asıl ismi Jakob'a bildiri­yorlar." Adanmış topraklar baştan başa Türk çizmeleriyle çiğneniyor. Şayet bunlar Mısırıda elde edecek olurlarsa bizi burada oturturlar mı acaba? Hiç ummam. Bu düşünce bir kâbus gibi rüyalarıma giriyor. Fakat şuna emin olmalıyız ki; kudretli ve namağlûp İngilterenin sırtı öyle kolay kolay yere gelmez. Biz, bütün varlığımızla onun yardımcısıyız. Türkler'in cepheleri gerisinde başaracağımız vazifeler hiç şüphe­siz bir ordu kadar faydalı olacaktır. Kadın, erkek genç, ihti­yar cümlemiz seferber vaziyetteyiz. Arz-ı Mev'ud'un her kö­şesinde mevzi almış, tarassut noktalarını tutmuş olan ırkdaş-lanmız evvelâ Türk ordusunun kuvvet ve kudretten düşüp mağlûp olması, sonra da İngilizlerin buradan defolup gitme­leri için çalışıyor. Yehova'nın bize yardımcı olduğundan kimsenin şüphesi olmasın Bu inançla ve istikbalin parlak vaadlerini düşünerek müsterih oluyor ve gebe olan gecelerin, gebe olan gündüzlerin, ve gebe olan yarınların neler doğura­cağına intizar ediyorum. Bu; en emniyetli ve kestirme yol!...

Arz-ı Mev'ud kaynıyor. Yeruşalem Türk askerleriyle dolup boşalıyor. Her yer onların işgali altında... Köylerimiz, çiftliklerimiz onların kontrolünde. Bu adamlar Süveyş Kana­lını aşıp Mısır'ı işgal edecekler mi acaba? Köyümüzde, kom­şularımızda, civarımızda hep bu mevzu... israil büyükleri hep bununla meşgul. Kudüs, Yafa, Hayfa, Kefer Kenna, hatta "Nasıra; Taberiye ve Sihron Jakob'ta mevki almış olan tarassud memurlarımız ve fedakâr ırkdaşlarımız hiç bir şeyi göz­lerinden kaçırmıyorlar. Bizi Türklerin idaresinden kurtara­cak olan İngilizleri kazandırmak için Siyon öncüleri kamilen seferber... Hepimizin endişesi, Türkler hakikaten zafer kazanacak olursa birgün, er veya geç bizi buradan koğmalarıdır... Biz buralarda, Anayurdumuzda, adanmış top­raklara yerleşmek için az mı çalıştık, az mı fedakârlık ettik, az mı kurban verdik!.. Ve asırlarca işkence içinde bekledik. Hayfa hahamı doktor Nahmiyas birgün bize şunları söyle­mişti:

"Irkdaşlarımız ve dindaşlarımız bu topraklara, bu, bize mev'ud ve bizim olan muazzez vatana hicret edip yerleşmek için her fedakârlığı göze almıştık. Bütün yeryüzündeki ya­hudi hazineleri bu iş için seferber olmuşlardı. Milyonlarca altın bu uğurda sarfolundu. Milyonlarca altın Türk Sultanı­na rüşvet teklif edildi ve en sonunda bütün bu gayretlere şiddetle göğüs geren Türk Padişahı alaşağı ettik. Yarın elle­rine yeni bir kuvvet ve fırsat geçmesin, akıbet yine kötü, yi­ne vahim... Yarın yine böyle bir sultan, bu tipte, bir hükümet adamı çıkarsa, bu mes'ud yuvalar yıkılır, bu güneşli diyar bize zindan olur. Fakat endişe etmeyiniz, dünya'nııı bütün köprü başlarını elinde tutan, dünyanın bütün servetine sa­hip olan bizler artık bir daha ve ebediyen o karanlık günlere dönmiyeceğiz..."

Bu nutuk birçoklarımızı coşturdu, bir çoklarımızı teselli etti. Ama benim içimi bir kurt kemiriyor, bir türlü iç huzura kavuşamıyorum. Bir sürü Acaba zihnimde, kafamda düğüm­lenmiş duruyor.

Mühim bir şeye dikkat ettim; sırtlarında kışlık yünlü elbi­seler, arkalarında ağır çantalar yüklenmiş olan Türk askerlerini köyümüzden geçerken dikkatle seyrettim. Vicdanım altüst oldu. Bunların fakir bir millet olduğu muhakkak!... Bu cehennem gibi sıcak yerlerde kışlık elbise olur mu? Güçleri yetse idi elbette ince keten elbiseler giyer ve ona göre teçhiz edilebilirdi. Ama şu var hem de çok mühim bir nokta: Köyü­müzden geçen asker ve zabitlerin yüzlerine dikkatle bakıyo­rum, hiç bir millette benzerini görmediğim bir asalet ve tevekkül var bunların yüzlerinde... Fakir oldukları malûm, fakat içlerinden hiç biri kafasını çevirip kıskançlıkla bize bak­mağa tenezzül etmiyor. Bağlarımızdan bir salkım üzüm, ba­demlerimizden bir tek badem kopardıklarım görmedim.

Geçen gün fevkalâde giyinmiş, son terece muntazam bir alay geçti köyümüzden. Zabitleri köy kahvesinde yarım saat kadar dinlenip birer kahve ve limonata içtiler. Kahvecimiz bunlardan para almak istememişti, ikrama tenezzül etmedi­ler ve bahşişleride ekleyerek öyle ayrıldılar. Askerlerin yüz­lerinden öyle merhamet ve sükûnet okunuyordu ki; insan bu kuzu gibi adamların düşman karşısında nasıl poz alacakları­nı merak ediyor doğrusu.. Ama düşünüyorum, Asya'nın or­tasından gelip biranda Avrupa'yı dize getiren ve asırlar boyu büyük bir imparatorluk kuran bu milletin muhakkak ki, bi­zim göremediğimiz fevkalâde bir tarafı var. Şimdiki halde benim gördüğüm asil, sakin, merd ve mütevazı insanlar!.. Bu milletin arkasından, karanlıklarda hançer sallamak; işte bu çok fena, çok âdi bir iş... Biz bunu müstakbel ve büyük ve müstakil İsrail Devletinin hatırı için yapıyoruz. Kızlarımız bekâretini, güzelliklerini ve hayatlarını bu uğurda vakfetti­ler. Erkeklerimiz; süngüsünün gölgesinde yaşadığımız in­sanların ve hükümetlerin hayatlarına bunun için sûikasd ya­pıyorlar. Riyakârlık ve iki yüzlülük bu maksad için mubah ve hatta mukaddes telâkki ediliyor. Fakat şu nokta vicdanımı o kadar eziyor ki: Her biri bir herkül, herbiri bir kahraman ve o nisbette sakin ve mütevekkil olan bu insanlar aleyhine reva gördüğümüz hiyânet ya sonunda yine bir fiyasko ile ne­ticelenirse!. Ya yine bu insanlar muvaffak olur ve bizim gök­lere çıkardığımız, İngilizler mağlup olup burudan defolup giderlerse... Evet onlarda defolup gidecekler ve burası bize kalacak, sadece bizlere!... Ama daima aksi kazıyye sabittir derİer, o zaman halimiz nice olur!.. İşte böyle birbirine zıd, birbirine girift hisler altında eziliyorum ben!.. Nihayet ben de bir insanım. Hem de genç ve güzel, aşka ve ihtirasa muhtaç bir kız... Vicdanım bir mengene içinde sıkılmış gibi azap için­deyim.

Bizim istiklâl davamız!.. Büyük İsrail Devleti!..