Polonya'da Liseli Yahudi Kizi
Karakovi, 15 Ağustos 1911.
Bugün nasıl oldu, Viladimir, kapımızın önünden mağrur geçiyor. Kendisini çok beğenmiş bu asilzade, yahudi evlerinin önünden geçmeği bile kendisine günah sayardı. Tabiat, beni nasıl bu gencin cazibesine kaptırmış ise onu da pervane gibi benim etrafımda dolaştırıyor. Önce, yahudilik bir ateşmis gibi kendisini yakacağından korkuyor. Hiç unutmuyorum, geçen sene karşımızdaki parkta gezinirken yanıma sokulmuştu. Mektepte ırkımız aleyhinde söylediği sözleri düşünerek yüzümü biraz yan tarafa çevirmiştim. Bundan alındı:
" Pis yahudi!.." diyerek yanımdan hızla uzaklaştı.
Yarabbi bu insanlar neden bu kadar taş yürekli ve bize karşı merhametsiz!.. Babalarımızdan işittiğimiz hikâyeler kanımı donduruyor. Geçen sene, Varşova'da bir kaç yahudinin kanına giren hâdiseyi düşünüyorum da aklım başımdan gidiyor. Bir şüphe içimi kemiriyor. Acaba, bize yılanlar gibi, akrepler gibi tehlikeli ve pis mahluklar gibi bakan bu insanların bu kadar devamlı ve inadlı düşmanlıklarında kendilerini haklı gösterecek bir tarafı var mı? Hep iğneli fıçı hikâyeleri, hile ve ihtikâr ve karaborsanın günahını bize yüklüyorlar. Kimbilir!.. Geçen gün babama sordum, bu iğneli fıçı masalları doğrumu diye... Tuhaf şey; yalandır, inanma, iftiradır bunlar demedi. Sadece:
" Senin aklın henüz böyle şeylere ermez. Bana bir kahve pişir!.." dedi ve beni başından savdı. "
Neden aklım ermesin. Onsekiz yaşına geldim. Bu sene cimnazyomu[2] bitiriyorum. Evet bu da bir mesele. Fizik hocamız Jakovski bana o kadar düşman gözüyle bakıyorki, hayret. Halbuki ben onu yahudi zannediyorum. Değilmiş. .Aksine koyu bir yahudi düşmanı. Mektepteki bütün yahudi talebe onun dersinden top atıyor. Ben ise, fiziğe o kadar iyi çalıştım ki, adeta bütün mektepte kolumu tutacak bana yetişecek yok.
Gece ilerledi. Öyle yorgun ve uykusuzum ki, bugünün hislerini tamamiyle defterime dökemîyeceğim. Sabaha kalsın.
21 Ağustos 1911
Tarih hocamız Viladislas bugün derste bir pot kırdı. Bana 1905 Rus-Japon harbinde, Rus İmparatorluğunun mağlup olmasında yahudilerin büyük rolü varmış. Bir Japon miralayının, meyhane açıp, mujiklerin her türlü taşkınlıklarına aldırmadan kurduğu casusluk merkezine bütün yahudiler haber getiriyorlarmış. Herkesin meyhaneci zannettiği bu adamın, Port-Artur Muharebesinde bir erkân-ı harb miralayı olduğu meydana çıkmış... Fakat hocamız ne bu miralayın ismini söyledi, ne de meyhanenin nerede olduğunu bildirdi. Ders esnasında goyimler[3] bana beni yiyecekmiş gibi bakıyorlardı.
Ders biter bitmez sınıfta patırdı koptu. Şımarık zengin çocuklar Yahudilere çatmağa başladılar. Pis yahudi, hain casuslar, partizanlar gibi sözlere kulaklarımız çok alışık. Korkudan bahçeye çıkmadım. Mektebin idare âmirleri meydanda yok. Goyimlerin çocukları ne rahat, ne serbest kavga ediyorlar. Ellerini tutan yok!.. Bir gürültü koptu, çığlıklar yükseldi. Alber'in kafasına bir taş indi, yüzü gözü kanlar içinde. Yahudi çocukları birer kenara büzülmüş, ötekiler aldırış bile etmiyorlar. Çocuk kendiliğinden mektep doktorunun odasının yolunu tuttu. Şu çirkin şu merhametsiz sözler kulakları tırmalıyor:
" Oh olsun pis yahudi... İnsan kanı içer misiniz, çocuklarımızı diri diri öldürür müsünüz?" Gibi sözler işitiyoruz. İçimde garip istifhamlar düğümleniyor, acaba şu olup bitenler, söylenenler, İthamlar doğru mu? Doğru ise çok feci! Yılanlar ve akrepler gibi insanların bizden iğrenip, bizi ayakları altında çiğnemek istemeleri ne acı şey yarabbi!
Yok eğer bunlar haksız iseler, bize yapılan ithamlar bir kıskançlık, bir taassubdan doğuyor ise, insanlar ne kadar merhametsiz ve alçak...
Zihnimi bir nokta kurcalıyor ve huzurumu alt üst ediyor. Geçen gece babam bize şöyle nasihat ediyordu:
" İyilik ve şefkat yalnız bizlere, yani İsrail oğullarına karşı yapılır. Goyim köpeklerine karşı hiç bir insanlık ve ahlak ile mukayyed değilsiniz. Onların mallan, canlan, ırzları helâldir. Talmutumuzda büyük haham Jakop Maymunides diyor ki:
" Yahudi olmayan bir insan hayvandır"...
Ama neden? Acaba goyimler bunu biliyorlar mı? Eğer biliyorlarsa bize karşı reva gördükleri muamelede haklı olamazlar mı?
Sonra babam ilâve etti:
" Komşun eğer yahudi değilse ona yapacağın zarar ve ziyanla dinimize büyük bir hizmet etmiş olursun..."
" Niçin baba!." diyecek oldum, kıyamet koptu. Annem ve babam üzerime yürüdüler...
" Sen böyle şeylerden ne anlarsın, sen yahudi değil misin? Bizim hahamlarımız ne emrediyorsa, onları aynen ve hakikat olarak kabule mecbursun. Biz "goy" değiliz. Biz Talmut'un emrinden çıkamayız. Çıkacak olursak bu canavarlar bizi bir lokmada yutarlar!
Anamın ve babamın gözleri yuvalarından fırlamıştı, içimde müthiş bir korku, bin zorlukla ve asabım bütün kudret ve kuvvetini kaybetmiş bir halde, kâbuslu bir uykuya terk ettim kendimi...
Sabah yaklaşmakta idi. Belkide ben yeni uykuya dalmışım. Bir ara Viladimir, o mahud mağrur bakışiyle, fakat bu defa bir parça mutebessim yatağının yanına sokulmuştu. Kâhkülleri alnına düşmüş, yüzü penbeleşmiş, gözlerinin parlaklığı çok artmıştı. Sanki:
" O safsataları bırak, o yahudi martavallarından uzaklaş. Aşkın sıcak ve mukaddes ağuşuna sığın!.." diyordu.
Birgün içinde insan bu kadar fazla güzelleşir, bu kadar değişir mi idi? Bana pis yahudi diyen bu güzel asilzade şimdi ne kadar yakıcı, ne kadar insan ruhunu değiştirici idi. Uzun parmaklı, yumuşak ve kibar ellerini saçlarımda gezdirdi. Kendimi, dünyâdan uzaklaşmış, bam başka bir âlemde farzediyordum. Birbirine zıt hisler, karma karışık ruh haleti içinde eziliyordum, belki de bu, bir ölüm hali İdi.
Viladimir'in elleri vücudumda dolaşıyordu. Bir ara o eller o kadar kabalaştı hoyratlaştı ve sertleşti ki... Hududları aşmış en mahrem yerlerimi dolaşıyordu. Onun şiddetinden bir denbire uyandım...
Aman yarabbi, bu bir rüya değil, bu korkunç ve iğrenç bir hakikat: Eğer şu dakikada, halâ kulaklarımda çınlayan onun sesini, "pis yahudi" diyen sesini bir daha işitsem ve hakikaten Viladimir'i görmüş olsa idim belki de onu kucaklar, bağrıma basar, lâhuti bir âlemin boşluğuna kendimi terk eder, ona teslim olurdum. Din ve ırk ayrılığı ne olursa olsun.
Hayır, hayır! Bu Viladîmir değil, benim öz babamdı. Rampa çıkan bir şimendifer lokomotifi gibi soluyordu. Yüzünün rengi kaçmış, gözleri dönmüştü:
" Baba ne yapıyorsun, çıldırdın mı, ben senin kızın değil miyim?"
" Sus köpek!.. Senin böyle şeylere aklın ermez! Sesini çıkarırsan gebertirim seni. Goyimlerin mağrur delikanlılarına gönül vereceğine, kendi zevklerimizi aramızda paylaşalım. Talmut oku, hahamların tefsirlerini oku da adam ol!"
Yavaş yavaş, kudurmuş bir köpek gibi başı önünde, salyalı ağzını sile sile yatak odasına çekildi gitti.
Bu ne müthiş kâbustu yarabbi!
Artık mektepte goyimlere eskisi gibi nefretle bakmıyorum. Aksine onların bizden nefret etmeğe haklı olduklarını zannediyorum. Bütün insanlığın bizden iğrenmesi, bizden kaçması, bize düşman olması her halde bütün bütün boş olmasa gerek"
Bugün nasıl oldu, Viladimir, kapımızın önünden mağrur geçiyor. Kendisini çok beğenmiş bu asilzade, yahudi evlerinin önünden geçmeği bile kendisine günah sayardı. Tabiat, beni nasıl bu gencin cazibesine kaptırmış ise onu da pervane gibi benim etrafımda dolaştırıyor. Önce, yahudilik bir ateşmis gibi kendisini yakacağından korkuyor. Hiç unutmuyorum, geçen sene karşımızdaki parkta gezinirken yanıma sokulmuştu. Mektepte ırkımız aleyhinde söylediği sözleri düşünerek yüzümü biraz yan tarafa çevirmiştim. Bundan alındı:
" Pis yahudi!.." diyerek yanımdan hızla uzaklaştı.
Yarabbi bu insanlar neden bu kadar taş yürekli ve bize karşı merhametsiz!.. Babalarımızdan işittiğimiz hikâyeler kanımı donduruyor. Geçen sene, Varşova'da bir kaç yahudinin kanına giren hâdiseyi düşünüyorum da aklım başımdan gidiyor. Bir şüphe içimi kemiriyor. Acaba, bize yılanlar gibi, akrepler gibi tehlikeli ve pis mahluklar gibi bakan bu insanların bu kadar devamlı ve inadlı düşmanlıklarında kendilerini haklı gösterecek bir tarafı var mı? Hep iğneli fıçı hikâyeleri, hile ve ihtikâr ve karaborsanın günahını bize yüklüyorlar. Kimbilir!.. Geçen gün babama sordum, bu iğneli fıçı masalları doğrumu diye... Tuhaf şey; yalandır, inanma, iftiradır bunlar demedi. Sadece:
" Senin aklın henüz böyle şeylere ermez. Bana bir kahve pişir!.." dedi ve beni başından savdı. "
Neden aklım ermesin. Onsekiz yaşına geldim. Bu sene cimnazyomu[2] bitiriyorum. Evet bu da bir mesele. Fizik hocamız Jakovski bana o kadar düşman gözüyle bakıyorki, hayret. Halbuki ben onu yahudi zannediyorum. Değilmiş. .Aksine koyu bir yahudi düşmanı. Mektepteki bütün yahudi talebe onun dersinden top atıyor. Ben ise, fiziğe o kadar iyi çalıştım ki, adeta bütün mektepte kolumu tutacak bana yetişecek yok.
Gece ilerledi. Öyle yorgun ve uykusuzum ki, bugünün hislerini tamamiyle defterime dökemîyeceğim. Sabaha kalsın.
21 Ağustos 1911
Tarih hocamız Viladislas bugün derste bir pot kırdı. Bana 1905 Rus-Japon harbinde, Rus İmparatorluğunun mağlup olmasında yahudilerin büyük rolü varmış. Bir Japon miralayının, meyhane açıp, mujiklerin her türlü taşkınlıklarına aldırmadan kurduğu casusluk merkezine bütün yahudiler haber getiriyorlarmış. Herkesin meyhaneci zannettiği bu adamın, Port-Artur Muharebesinde bir erkân-ı harb miralayı olduğu meydana çıkmış... Fakat hocamız ne bu miralayın ismini söyledi, ne de meyhanenin nerede olduğunu bildirdi. Ders esnasında goyimler[3] bana beni yiyecekmiş gibi bakıyorlardı.
Ders biter bitmez sınıfta patırdı koptu. Şımarık zengin çocuklar Yahudilere çatmağa başladılar. Pis yahudi, hain casuslar, partizanlar gibi sözlere kulaklarımız çok alışık. Korkudan bahçeye çıkmadım. Mektebin idare âmirleri meydanda yok. Goyimlerin çocukları ne rahat, ne serbest kavga ediyorlar. Ellerini tutan yok!.. Bir gürültü koptu, çığlıklar yükseldi. Alber'in kafasına bir taş indi, yüzü gözü kanlar içinde. Yahudi çocukları birer kenara büzülmüş, ötekiler aldırış bile etmiyorlar. Çocuk kendiliğinden mektep doktorunun odasının yolunu tuttu. Şu çirkin şu merhametsiz sözler kulakları tırmalıyor:
" Oh olsun pis yahudi... İnsan kanı içer misiniz, çocuklarımızı diri diri öldürür müsünüz?" Gibi sözler işitiyoruz. İçimde garip istifhamlar düğümleniyor, acaba şu olup bitenler, söylenenler, İthamlar doğru mu? Doğru ise çok feci! Yılanlar ve akrepler gibi insanların bizden iğrenip, bizi ayakları altında çiğnemek istemeleri ne acı şey yarabbi!
Yok eğer bunlar haksız iseler, bize yapılan ithamlar bir kıskançlık, bir taassubdan doğuyor ise, insanlar ne kadar merhametsiz ve alçak...
Zihnimi bir nokta kurcalıyor ve huzurumu alt üst ediyor. Geçen gece babam bize şöyle nasihat ediyordu:
" İyilik ve şefkat yalnız bizlere, yani İsrail oğullarına karşı yapılır. Goyim köpeklerine karşı hiç bir insanlık ve ahlak ile mukayyed değilsiniz. Onların mallan, canlan, ırzları helâldir. Talmutumuzda büyük haham Jakop Maymunides diyor ki:
" Yahudi olmayan bir insan hayvandır"...
Ama neden? Acaba goyimler bunu biliyorlar mı? Eğer biliyorlarsa bize karşı reva gördükleri muamelede haklı olamazlar mı?
Sonra babam ilâve etti:
" Komşun eğer yahudi değilse ona yapacağın zarar ve ziyanla dinimize büyük bir hizmet etmiş olursun..."
" Niçin baba!." diyecek oldum, kıyamet koptu. Annem ve babam üzerime yürüdüler...
" Sen böyle şeylerden ne anlarsın, sen yahudi değil misin? Bizim hahamlarımız ne emrediyorsa, onları aynen ve hakikat olarak kabule mecbursun. Biz "goy" değiliz. Biz Talmut'un emrinden çıkamayız. Çıkacak olursak bu canavarlar bizi bir lokmada yutarlar!
Anamın ve babamın gözleri yuvalarından fırlamıştı, içimde müthiş bir korku, bin zorlukla ve asabım bütün kudret ve kuvvetini kaybetmiş bir halde, kâbuslu bir uykuya terk ettim kendimi...
Sabah yaklaşmakta idi. Belkide ben yeni uykuya dalmışım. Bir ara Viladimir, o mahud mağrur bakışiyle, fakat bu defa bir parça mutebessim yatağının yanına sokulmuştu. Kâhkülleri alnına düşmüş, yüzü penbeleşmiş, gözlerinin parlaklığı çok artmıştı. Sanki:
" O safsataları bırak, o yahudi martavallarından uzaklaş. Aşkın sıcak ve mukaddes ağuşuna sığın!.." diyordu.
Birgün içinde insan bu kadar fazla güzelleşir, bu kadar değişir mi idi? Bana pis yahudi diyen bu güzel asilzade şimdi ne kadar yakıcı, ne kadar insan ruhunu değiştirici idi. Uzun parmaklı, yumuşak ve kibar ellerini saçlarımda gezdirdi. Kendimi, dünyâdan uzaklaşmış, bam başka bir âlemde farzediyordum. Birbirine zıt hisler, karma karışık ruh haleti içinde eziliyordum, belki de bu, bir ölüm hali İdi.
Viladimir'in elleri vücudumda dolaşıyordu. Bir ara o eller o kadar kabalaştı hoyratlaştı ve sertleşti ki... Hududları aşmış en mahrem yerlerimi dolaşıyordu. Onun şiddetinden bir denbire uyandım...
Aman yarabbi, bu bir rüya değil, bu korkunç ve iğrenç bir hakikat: Eğer şu dakikada, halâ kulaklarımda çınlayan onun sesini, "pis yahudi" diyen sesini bir daha işitsem ve hakikaten Viladimir'i görmüş olsa idim belki de onu kucaklar, bağrıma basar, lâhuti bir âlemin boşluğuna kendimi terk eder, ona teslim olurdum. Din ve ırk ayrılığı ne olursa olsun.
Hayır, hayır! Bu Viladîmir değil, benim öz babamdı. Rampa çıkan bir şimendifer lokomotifi gibi soluyordu. Yüzünün rengi kaçmış, gözleri dönmüştü:
" Baba ne yapıyorsun, çıldırdın mı, ben senin kızın değil miyim?"
" Sus köpek!.. Senin böyle şeylere aklın ermez! Sesini çıkarırsan gebertirim seni. Goyimlerin mağrur delikanlılarına gönül vereceğine, kendi zevklerimizi aramızda paylaşalım. Talmut oku, hahamların tefsirlerini oku da adam ol!"
Yavaş yavaş, kudurmuş bir köpek gibi başı önünde, salyalı ağzını sile sile yatak odasına çekildi gitti.
Bu ne müthiş kâbustu yarabbi!
Artık mektepte goyimlere eskisi gibi nefretle bakmıyorum. Aksine onların bizden nefret etmeğe haklı olduklarını zannediyorum. Bütün insanlığın bizden iğrenmesi, bizden kaçması, bize düşman olması her halde bütün bütün boş olmasa gerek"
Suzi libermanın Hatıra Defteri
- ÖNSÖZ (M. Fazli Akkaya)
- SÖZ BASI (Cevat Rifat Atilhan)
- Alay yaveri Adnan Bey
- Çöller ve Filistin topraklari
- Suzy ve Adnan
- Agac Altinda Bulusma
- Köyün Kahvehanesi
- Rüya âleminin tatli hülyalari
- Gaflet ve Misafirperverlik(!)
- Casuslar Is Basinda
- Pusu ve Gercekler
- Casuslarin Son Dakikari
- Polonya'da Liseli Yahudi Kizi
- Hareketlilik Izleri
- Göç Planlari
- Israil'e Dogru Yolculuk
- Israil'in fedakâr kizlari!
- Casusluk Teskilatina Giris
- Dünya Savasi Kivilcimlari
- Türk Askeri Filistinde
- Muhterem Okuyucu..
- David'in Saltanati!
- Savas Kizisiyor
- Türk'ün Basarilari ve Hainler
- Dipnotlarlar