Hareketlilik Izleri

12 Eylül 1911

Mektebin bahçesinde Viladimir'le yanyanayız. Gözlerimiz birbiriyle konuşuyor. Onun parlak ve yakıcı gözlerinin ateşi içimi kavuruyor. Gururumu kırdım ve Dünya'ya geldi­ğim günden beri beni tesiri altına alan hislerden sıyrılmak için nefsimi zorladım ve gülümseyerek Viladimir'e sokul­dum:
" Bu nefretle bakış, bu bizden uzaklaşsın, bu yabancılık neden Viladimir?"
" Yalnız sana değil, senin ırkına karşı biz böyleyiz. Az şeyler mi işittik hakkınızda?.. Bunlarda ne kadar mübalâğa olsa, yine de bir hakikat vardır içinde.. Polonya'nın felâketi ne sebep sissiniz, insanlığın tümü sizden şikayetçi..."
" Acaba? Fakat benim şahsen bu olup bitenlerde ne his­sem olabilir ki?.."
" Suzy! Senin yüzünde hiç de fena insana delâlet eden çizgiler yok. Yok ama ne olsa terbiye aldığın muhitin telâkkileri altındasın. Yüzünde bir masumiyet, bir cazibe ve müthiş sevimlilik var... İnsan zıt tesirler altında kalıyor. Göz­lerimiz başka bir lisan, hislerimiz başka bir lisan, mantıkları­mız başka bir dil konuşuyor...

Teneffüs bitmiş, arkadaşlarımız dershanelere girmişti. Biz ikimiz sanki başka bir âlemden dönüyor gibi şaşkın şaşkın sınıfa girdiğimiz zaman arkadaşlarımız hayretler içinde bize bakıyorlardı. İkimizin de yüzü kızarmış, ikimizin de halinde bir gayri tabiilik göze çarpıyordu.

16 Eylül 1911

Mektepten eve döndüğüm zaman, şimdiye kadar hiç yü­zünü görmediğim bir hahamı baş köşeye kurulmuş olarak buldum. Anam babam bu adamın karşısında iki büklüm bir tazim ve ihtiram heykeli gibi büzülmüşlerdi. Ben de kemal-i hürmetle bir yere iliştim. Uç İnsanın gözü üzerime dikilmişti.

Bu gözlerde öyle korkunç mânalar okunuyordu ki... Hele Hahamın bakışları... Sanki, uğursuzluk canlanmış, bu ada­mın gözlerinde teşahhus etmişti. Bana neler anlattı neler...

" Şunu bil ki, yahudi olmayan her şahıs bizim düşmanımızdır. Onlarla samimi münasebet kurulmaz. Onlarla alış veriş edilmez. Onlar insan yerine konmaz! Onlar asırlarca milletimize zulüm etmişlerdir. Onlar birer hayvandır. Onla­rın eti, kemiği, ırzı, namusu, malı canı bize mubahtır. Bir yahudinin bir goyim ile dostluğu dinimizin asla afvetmeyeceği büyük günahlardandır.

Ve bunları öyle bir eda, öyle meş'um çatal bir sesle söylü­yordu ki; kendimi âdeta "Moloh" ilâhın huzurunda zannet­tim. Korktum, tüylerim ürperdi. Her şeyi, her şeyi hatta ken­dimi unuttum. O, mektep ve şu koca şehir bana dar gelmeğe başladı. Acaba bu adam, daha doğrusu anam, babam benim Viladîmir'le olan münasebetimi biliyorlar mı? Nereden bilecekler... Düne kadar bu oğlan beni ve milletimi tahkir ediyordu. İlk defa, iki insan gibi birbirimizle konuştuk. Bu da garip bir şey... O gün bende hasıl olan ruh haletini anlamışa benziyordu. Şuna inanıyorum ki, ruhlar âlemi birbiriyle alâkalı bir tasnife tabidir. İnsanlar bu sayede birbirini sevi­yor, bu sayede birbirini anlıyor, ve yahud aksine.

Bütün bu işittiklerim, bu tanımadığım hahamın hakîmâne ve âmîrane sözleri. Peki ama bunlar ne kadar ibtidâî, ne ka­dar vahşi şeyler!.. Biz bu düşüncelerle mi insanlara kendimi­zi sevdireceğiz, ortadan kaldıracağız. Başka bir şey daha var: Acaba onlar çocuklarına milletlerine bizim hakkımızda neler söylüyorlar. Mektepte çocukların bize kaatil yahudi, pis çıfıt demelerinin ilham kaynağı ne olabilir ki?..

Sonra babamın halini düşünüyorum, yatağımın ucunda, insanlıktan çıkmış korkunç haline ne mâna vereyim? Bu da mı Talmut'un emri? Sen bunlardan anlamazsın, sen dinimizin inceliklerine ve sırlarına vakıf değilsin diye birde kendi­sini haklı görmesi... Benim aklım bu muammaları bir türlü kavrayamıyor. Bir şey anlamıyorum, anladığım tek şey ruhu­mun kökünden sarsılmış, maneviyatımın bozulmuş olması­dır, uykuda gezen insanlar gibi, canlı bir cenaze gibi dolaşı­yorum. Bakışlarım,görüşlerim, idrakim değişti. Bambaşka bir insan oldum. Şimdi iki ruhlu bir insan gibiyim. Yoksa; ço­cukluğum, masumiyetim safiyetim ve hattâ aşkım yerini baş­ka bir halet-i ruhiyeye mi devretti. Şimdi ben eskisinden bambaşka bir insan, bir şahsiyet oldum.

Artık Viladimir'i de gözüm görmüyor. Sanki aşkımı, sev­gimi bir daha dirilmemek üzere görünmez bir el katletmiş, öldürmüş.

Bir kaç gün evvel, teneffüsde, bahçede benimle konuşan Viladimir de birdenbire değişti. Yüzünü dönüp bana bakmı­yor bile... Şimdi ben şuna inanıyorum: İnsanlar çok defa iki ruh taşırlar. Bende mevcut bu iki ruhdan iyisi öldü, vücu­dum ve benliğim ağır ağır kötülüğe kaçıyor. Bu ikincisi yani kötü ruh bende karar kılacak... Nereye kadar ve ne kadar? Bir şey bilmiyorum, birşey!..

Evimizde de bir tatsızlık hüküm sürüyor. Babamın mânâsız bakışları, mücrimlere mahsus çekingen tavrı ve hele hele iki günde bir evimize gelen o menhus suratlı haham. Arada bir, aktörler gibi pozlar alarak ve kendisine çeki dü­zen vererek, o iğrenç suratına bir ciddiyet takarak bana hitab etmesine tahammül edemeyeceğim.

" Goyimlere karşı vazifeni iyi bilmelisin, Talmutu iyi anlamalısın kızım. Biz bu sayede canavar gayrı yahudilerin zulmünden ve esaretinden kurtulacağız. Sadece bu kadar de­ğil... Biz, onları kendimize köle yapacağız. Malları, mülkleri bizim olacak!.. Dünyânın tek hâkimi olacağız. Binlerce sene­lik zulüm işkence ve esaretin acısını onlardan çıkaracak, intikamımızı alacağız. İçimizde yahudi olmayanların cümlesine karşı sönmez bir kin var. Sen bu kini zaman zaman körüklemelisin, onun alevi içini ısıtmalı, sana bu mukaddes yolda yürümek İçin kuvvet vermelidir. İleride ana olduğun zaman bu hissi çocuklarına aşıla!.."

Kendisine yeniden çeki düzen vererek, daha tok ve daha âmirâne bir sesle şunları ilâve etti:
" Yahudi olmayan her insan bir hayvandır, bir köpektir, onun malı, canı, ırzı bize helâldir!"

Bu ne müthiş bir telkindi yarabbi Tevekkeli değil, insan­lar bizden vebadan kaçar gibi kaçıyor, bizden tiksiniyor, biz­den nefret ediyorlar. Anne ve babanın bu budala hahamın karşısındaki vaziyetlerini düşündükçe nefretim kat kat artı­yor. O ne tazim, o ne ihtiram. Bu çatal sakallı herifin içimi sızlatan, vicdanımı tazyik eden câniyâne sözlerini birer hik­met gibi dinliyorlar. Ne yalan söyleyeyim bu böyle giderse, bütün benliğime rağmen bende kendimi bu tesirlere kaptıra­cağımdan korkuyorum. Yarabbi Sen niçin bizi böyle zelil, böyle hakir, böyle vicdansız, böyle canavar ruhlu yarattın. Bizden olmıyanların samimiyetine, saflığına, ruhlarının asa­letine bakıyorum da kendimden iğreniyorum.

Bizim hahamın yumurtladığı herzelere bir bakın:
"Mektebinizdeki yahudî olmayan çocuklara fikirlerinizi aşılayınız. Onların inandıkları dinlerin sahteliğini onlara tel­kin ediniz ve büîün bu dinlerin sahteliğini onlara telkin edi­niz ve bütün bu dinlerin bizden çalınmış ve şekilleri değişti­rilmiş sahte şeyler olduğunu söyleyin. Onların Peygamberle­rini, hele İsa'yı gülünç bir şekle sokarak onu alay mevzuu ya­pınız. Size birkaç hücum ederler, isyan ederler, küfür eder­ler, belki de döğerler. Mukavemet ediniz sonunda yavaş ya­vaş ruhlarında bir aşağılık duygusu doğar, mukavemetleri kesilir ve derin bir tereddüt ve şaşkınlık çukuruna düşerler, ondan sonrası kolaydır. Güzelliğinizle, gururunuzla onları elde ediniz. Onlan hissinizin esiri kılınız ve sonra bu hamuru istediğiniz gibi yuğurunuz.

Bizden olmayan bütün arkadaşlarınızın ahlâklarını ifsad ediniz, onlar bir parça güzelliğinizden istifade etsinler. Tatlı bir gülüş, hafif bir müsamaha ile öylelerini tuzağınıza düşü­rüp bizim mukaddes fikirlerimizi onlara telkin ediniz."

"Mekrebinizdeki zengin ve asilzadelere karşı fakir talebeyi kışkırtınız. Allah insanları müsavi bir şekilde yaratmıştır. Aradaki farkları elinizde silâh olarak kullanınız. İleride bü­yüdüğün vakit, ilahe kadar güzel bir kız olarak zenginlere, devlet adamlarına, politikacılara sokularak onlara kendi fi­kirlerimizi telkin, üstünlüğümüzü kendilerinin aşağılıklarını aşılayınız. Bütün bunları yapmak için her türlü hile, desise yalan ve hattâ iftirayı dinimiz bize mubah kılıyor, hatta em­rediyor. Biz; ancak kendi aramızda birbirimize karşı son de­rece dürüst, faziletli ve ahlâklı olmak mecburiyetindeyiz. Bu­nun haricinde bizden olmayanları daima bir hayvan yerine koyarak her türlü hareketler bize mubah ve hattâ farzdır."

Aman yarabbi! Hergün bu telkinler, bu aklımın almadığı, vicdanımın kabul etmediği âdi hisler... Biz bunlarla mı, bu günah, bu gayrımeşru bu ahlâksız telkinlerle mi dünyaya ha­kim olacağız. Bunlara ne hacet!.. Tevekkel değil, herkes biz­den nefret ediyor. Onlara bakıyorum, yani bizden olmayan, yahudi olmayanlara bakıyorum, ne vakur, ne sakin, ne asil insanlar... Benim bunlar hakkında işittiklerimle hakikat ara­sında ne büyük, ne müthiş mesafe var. Günahda bu kadar ıs­rar, kötülük de, cinayette, ahlâksızlıkta bu kadar inat. Haddin varsa bu fikrini anneme, babama ve o uğursuz suratlı ha­hama aç!.. İnsanı parçalarlar vallahi!.. Bir hakikate daha vakıf oldum: İnsan, ne kadar gayri tabii, ne kadar kötü ne kadar vicdansız olursa olsun bir fikrin devamı bir surette kini kar­şısında bir vakte kadar mukavemet ediyor, sonra yavaş, ya­vaş kendinden geçerek benliğini o fikirlerin tesirine terkediyor, morfinlenmiş büyülenmiş bir halde akıp gidiyor. Artık bundan kendini sıyırmak mümkün değil!.. O kadar ki; baba­mı, kudurmuş bir köpek gibi, şehvet sar'ası içinde yatağımın ucunda görmek bile bana artık tabiî gelmeğe başladı. Onun çatlak sesi halâ kulaklarımda çınlıyor:
" Senin buna aklın ermez. Talmutu oku!"

Evet babam evde bizi etrafına toplar ve nur şualarını din­leyiniz diye bize Talmut okurdu. Bunlar nasıl nur şuaları, bunlar nasıl akıl almaz şeyler!.. Sınıf arkadaşlarım bana ken­di dinlerinden bâzı parçalar okudukları vakit, iliklerime ka­dar titrediğimi hissediyorum. İsa ne büyük adam! Bize şey­tanın oğulları demiş. Hiç te yalan değil!.. Diyor ki: Birisi bir yanağına bir tokat vursa, ona öteki yanağını uzat. Mütecaviz olma. Sulh sever ol!.. İnsanlar birbirinin kardeşi ve dünya fa­nidir.

Bu kadar ulvî ve asil ahlâk prensipleri yanında bizimkisi ne adar adî, ne kadar çirkin, ne kadar kaba kalıyor. Fakat gel de bunu, bizim eve gelen çatal sakallı, çirkin yüzlü hahama anlat. Haddin varsa tek itiraz et. İnsanı parçalarlar. Onlar kendi safsatalarına o kadar inanmışlar ki... Acaba biraz olsun hakları var mı dersiniz? Belki, fakat benim kafam almıyor!..