Israil'e Dogru Yolculuk

1 Kânunsâni 1912

Bugün goyimlerin yıl başı. Dün gece ne çılgınca eğlendi­ler. Sokaklar onların naralariyle çınladı. Sanki Senpetersburg'da hiç bir şeyler olmamış gibi!.. Bunu düşündükçe bu kâbustan ebediyen kurtulamıyacağımızdan dolayı sonsuz bir sevinç duyuyor, ümitlere kapılıyor, istikbale emniyetle bakı­yoruz. Onbeş gün sokağa çıkmadık. Babam diyor ki:

" Artık önünüze kesin ufuklar açılıyor, hür ve serazat yaşayacağız! Böyle havası bozulmuş, kalabalık bir goyim şehrinde değil, ufukları geniş, kalabalık bir goyim şehrinde değil, ufukları geniş, havası bol, hayatı sakin ve yalnız ırkdaşlarımızdan ibaret köyler, kasabacıklarda yaşayacağız.

Bizden evvel, bin zorlukla oralara göç edenlerin şimdi mes'ud bir hayat sürdüklerini ve zengin olduklarım söylü­yorlar... Adanmış topraklar hâlâ barbar Türklerin bayrağı al­tında... Fakat Türkiye'de bir tek yahudinin burnunun kanadığı, şimdiye kadar bir kimsenin hayatiyle oynandığı işidilmemiş. Üstelik Türkler'in son derece müsamehakâr ve iyi insan­lar olduğunu söylüyorlar!"

O halde niçin barbar diyoruz ki bunlara? Pogromun ismi işidilmemiş o diyarda. Öyle olsaydı biz bu yeni maceraya atılır mı idik? Babam; sizin bu işlere aklınız ermez diyor. Ha­kikaten de ermiyor.

20 Kânunsani 1912

Ne müthiş bîr soğuk var. Hazırlıklarımız bitti. Muhacir aileler Romanya'nın Köstence şehrinde toplanacaklarmış. Ya­rın bize tahsis edilen trenle. Karakov'dan hareket edeceğiz. Bu yarın ne kadar uzun geldi bize!.. Gece gözümüzü kırpma­dık. Sabahın erken saatlerinde, bir araba tutan eşyalarımızla istasyona geldik. Üçüncü mevki vagonlara yerleştik ve bu vagonlar içinde gece yarısına kadar oturduk. Cemaat ve avrupalı teşekküller bizi mükemmelen iaşe ettiler. Yahudi bir doktor ve iki de hemşire bizimle geliyor. Gecenin zifiri ka­ranlığı ve vagonların dondurucu soğuğu içinde yol alıyoruz. Polonya topraklarındayız. Fakat şimdiden kendimize İsra­il'in ülkesinde farz ediyoruz.

22 Kânunsanî 1912

Köstence'deyiz. Irkdaşlarımız bizi çok mükemmel karşıla­dılar. Herbirimize çeşitli hediyeler getirdiler. Karadeniz'de müthiş bir fırtına hüküm sürüyormuş. Şubat ortasına kadar bu şehirdeyiz. Yerleştiğimiz misafirhaneye demir karyolalar koymuşlar, yataklarımızı açtık. Yemekler hazır olarak geli­yor, cümlemiz sonsuz neşe içinde yiyoruz. Annem durgun ve düşünceli, babam çılgınca mes'ud!.. Vakitlerimiz muhtelif aile reislerinin nutukları ve parlak vaadleriyle geçiyor. Kom­şumuz Antikacı Mojej Şalaman umûma bir nutuk çekti:

" İsrail'in Güneşi doğuyor. Asırlarca karabulutlar arkasında kalmış ve ziyasından bizi mahrum etmiş olan Güneş, ufuk­lardan sıyrıldı şimdi kalblerimizi yakıyor ve ziyasını İsrael Devletinin istikbali üzerine döküyor. Asırlar boyu zulüm ve işkence çekmiş olan İsrail oğulları, cihan hükümdarlığının tahtıgâhına doğru yol alıyor. Bu yol şimdiye kadar dikenler ve manialarla dolu idi. Fakat bütün bunlar ümitlerimizi ve cesaretimizi kırmadı. İşte bugün geniş ve mes'ud bir yolun dönemindeyiz- Sevinelim, oynayalım ve gülelim."

Romanya'nın her tarafından heyetler halinde ırkdaşlarımız akın akın bizi ziyarete geliyor ve bize müstakbel İsrael Devleti'nin Öncüleri, Sayhun Dağı'nın fâtihlerisiniz, diyorlar. Gururumuz kabarıyor.

Zaman zaman arkama, maziye bakıyorum. Viladîmir'in parlak kumral saçları, hâfeli yeşil gözleri ve polenez asilzadelerine mahsus vakur tavrı, sesindeki halâveti hatırla­maktan kendimi alamıyorum. Acaba gideceğimiz yerde bun­dan alâsını bulacakmıyız. Yoksa hakikaten bu yeni ufuk bize herşeyi unutturacak mı? Birbirine zıt hisler, birbirini nakze­den mütalâalar ve çeşitli sinir buhranları içindeyim. Benden başkaları böyle değil. Onlar yeni bir ülkenin fâtihi gibi gurur, neşe ve şevk içindeler.

1 Şubat 1912

Misafirhanede mühim bir hareket göze çarpıyor. Ayın on yedisinde bizi alacak bir vapur Köstence'den Yafa'ya doğru yol alacakmış. Onyedi gün daha burdayız. Babam, annem Bükreş'i gezmeye gittiler. Biz misafirhanede kaldık. Çarşı, pazarda gezmek, sinemaya gitmek için bize Romen parası verdiler. Romanya çok zengin bir memleket. Babam diyor ki;

Burada yarım milyonun üstünde bir ırkdaş topluluğu varmış. Ormancılık ve ziraat Romanyalılar'ın servetlerinin kaynakları imiş. Ne iyi, ne iyi... Bu çam yarması herifler ça­lışsın biz yiyelim. Biz diyorum ama, bizden kimler, onu bil­miyorum. Babamın fukaralık ve zaruretinin ıstırabı içime çöktü. Her halde bunda da aklımızın ermediği bir şey var.

16 Şubat 1912

Yolculuğa hazır ol emri verildi. Bir heyecan dalgası ruhla­rımızı kapladı. Bu gece hiç kimse uyku uyumadı dersem mü­balağa etmiş olmam. Sabah o kadar uzadı; Güneş o kadar nazlı ki!.. Bir türlü doğmak bilmiyor. Ama muhakkak doğa­cak, her gecenin bir sabahı olacak. Hem de şimdi İsrail'in Gü­neşi doğuyor. İsrail'de sabah oluyor. Goyimler kahrolsun! Viladimir sen de kahrol!

17 Şubat 1912

Şafak henüz sökmemişti. Herkes sefere hazır bir vaziyette idi. Eşyalarımız toplanmıştı. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra saat onda da misafirhaneye gelen arabalarla Köstence rıhtımına yanaşmış olan "Nor Doyçer Bremen" vapuruna eşyalarımızı göndermeye başladık. Öğle yemeğini vapurda ye­dik. Alyans İsrailite Üniversel ve Roçildler tarafından vapur biletlerimiz alınmış, iaşemiz temin edilmiş. Hepimiz heyecan içinde idik. Saat üçte Bükreş baş hahamı gemiye geldi ve ge­mide dinî merasim yapıldı. Cümlemiz vecd ve huşu içinde idik. Yeni uruklara, yeni istikbale doğru yola çıkıyorduk. Yarın tarih, doğacak büyük İsrail Devleti'nin, bizi öncüleri diye anacaktır:

Baş haham da bize bir nutuk çekti. Vapuru dolduran in­sanlar, sanki bir anda taş kesilmişti. Aklımda kalan parçalar şu:

"İsrail çocukları!.. Asırlar boyu azab ve ıstırab İçinde yaşa­dınız. O kara günler şimdi yerini mes'ud günlere terkediyor. Güneş doğuyor, ufuklar parlıyor Tevrat'ın bize vaadettiği günler geliyor. Kavmimize adanmış olan topraklara gidiyor­sunuz orada müstakbel devletimizin kökünü teşkil edeceksi­niz. Bu temeller üzerinde devletimiz kurulacaktır. Önünüzde daha aşılacak maniler vardır. Onları da cesaretle ve gayretle aşacaksınız. Yolunuz açık ve istikbaliniz mes'ut olsun."

Rıhtımı Romanya'nın ve hatta Avusturya ve Macaristan'ın her tarafından gelmiş binlerce ırkdaşımız doldurmuştu. On­lar da vecd ve heyecan İçinde idiler.

Saat beşte, geminin acı acı düdüğü öttü ve yavaş yavaş li­mandan süzülmeye başladık. İçlerimizden bir çoğu dualar okuyor, bir çoğu da rıhtımdaki insanları selamlıyordu. Gece gemimiz, Karadeniz'in karanlık sularında sanki gâib olmuş gibi idi. Çok sallanıyoruz. İçimizde deniz görmüş çok az in­san var. Hepimiz perişan bir halde kendimizi yataklarımıza attık.

18 Şubat 1912

Bugünün şafağı söküyor. Tarihî İstanbul Boğazı'na yakla­şıyoruz. Karadeniz'den, Akdeniz'e geçmek üzereyiz. Saat do­kuza doğru karalar gözükmeğe başladı ve saat onda Boğaz'a girmek üzereyiz.

Karantina memurları bizi Boğaz'ın medhalinde karşıladı.

Gemi sarı bir bayrak çekmişti. Şimdi Ruslar'ın Çarıgrat de­dikleri meşhur Konstantînipolos'un tarihi sularındayız. Durmadan geçeceğiz. Gemi şehre yaklaşırken herkes sağ ta­rafa üşüştü. Rabinoviç diyor ki:

" Şu tepeyi görüyorsunuz. Orası aşılmaz, geçilmez bir kartal yuvası idi. Orası Türk Padişahı Abdülhamîd'in otur­duğu yerdi. Arz Mev'ud'da bize yer ve hak tanımayan, ırkdaşlarımız bu sulardan geçerken onları memleketine kabul etmeyen, mukaddes topraklara gitmemize izin vermeyen müstebid hükümdar. Onu kavmimiz tahtından indirdi, inti­kamımızı aldı.

Tarihî şehri geride bıraktık, Marmara Denizi'nde sefer ediyoruz. Gemimiz erzak ve su almak için ancak iki saat li­manda durdu.

Geceyi Marmara Denizi'nde geçiriyoruz. Hava sâkinleşti. Geç vakit uykuya daldık. Sabah olduğu zaman kendimizi sı­cak denizde bulduk. Gemide yeknasak bir hayat var. İştihamız fevkâlade, yiyip, içip neşe içinde vakit geçiriyoruz.

20 Şubat 1912

Beyrut limamndayız. Arkasını Lübnan dağlarına yaslamış olan bu şehrin uzaktan manzarası çok güzel. Kimseyi şehre çıkarmadılar. Üç saat kadar limanda kaldık ve akşam saat beşte hareketle cenuba doğru yol alıyoruz. Geçtiğimiz sahil­ler çok tatlı. Karanlık basıncaya kadar etrafı seyrettik, yemek yedik ve yattık.

Rüyalarımızda hep büyük devletimizin hayalini, David saltanatım ve Salamon ihtişamının yaldızlı günlerini düşün­dük.

Sanki koskoca bir denizde kaybolmuş gibiyiz. Gökyüzü ile denizden başka bir şey göremiyoruz. İçimizden taşan he­yecan dalgalan, sabırsızlık duvarlarına çarpa, çarpa varlığı­mızı hırpaladı, geceyi zor geçidik ve sabahı dar ettik. Uyku­larımız intizamını kaybetti.