Erzurum Kongresi konuşması Nutuk’ta neden makaslandı?

Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi konuşması Nutuk’ta neden makaslandı?



Tarihimiz, özellikle yakın tarihimiz tam bir yalanlar mecmuası. Bu çok açık. İçine girdikçe bu açıklığın müstehcenlik düzeyine varmasından inanın haya ediyorum ama şu garip kalemim meseleye eğip bükerek bakmama mani. Hangi konuya eğilseniz lime lime olup elinize kalıyor belgeler.



Jean-Paul Roux haklı galiba: “Tarihte bu kadar çok şaşırmamız, onu yeterince incelemeyişimizdendir.”



İnceleyelim öyleyse.



Son zamanlarda şu Erzurum Kongresi’ne taktım. Beni uyandıran da, ne yalan söyleyeyim, herhalde Kemalistliğinden kuşku duyulamayacak bir isim, Şerafettin Turan oldu. Çok ciltli Türk Devrim Tarihi’nin ilkinde Erzurum Kongresi kararları diye ortaya atılan maddelere şaşırıyor ve şunları sıralıyordu Turan:



“Örneğin, M. Kemal’in ‘kongre kararları’ olarak sıraladığı ve okul kitaplarından başlayarak kongre ile ilgili hemen tüm yayınlarda yer alan ‘Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür, biribirinden ayrılamaz’ ilkesi ne tüzükte, ne de bildiride bu biçimiyle düzenlenmiştir… Söylev’de [Nutuk’ta] ‘Manda ve himaye kabul olunamaz’ biçiminde aktarılan kesin hüküm de kongre kararları ve bildirisi içinde yer almaz.” (Türk Devrim Tarihi, 1. Kitap, Ankara, 1991, Bilgi Yayınevi, s. 214-215.)



Bunları okuyunca ‘Nasıl yani? Kongre kararları diye ezberlediklerimiz Nutuk’ta değiştirilerek aktarılmışsa biz neye inanacağız veya inanıyoruz?’ diye hayretle sormuştum kendi kendime. Ardından da Fahrettin Kırzıoğlu’nun Bütünüyle Erzurum Kongresi (Ankara, 1993) adlı, kongre tutanaklarını orijinallerine varıncaya kadar yayınladığı kitabını incelediğimde büsbütün şaşırmıştım. Bu kadar kesin olarak bildiğimiz kararlar böylesine değiştirilerek aktarılmışsa başka nerelere uzanmıştır o muhteşem altın makaslar? diye düşünerek soru matkabımı çalıştırmıştım.



Şimdi size Mustafa Kemal Paşa’nın 23 Temmuz 1919 günü Erzurum Kongresi’nin açış konuşmasında söylediklerinden Nutuk’a almadığı bazı parçaları sunacağım. Böylece şu günlerde bir öğrenci ödevi yüzünden yeniden hortlayan bitmez tükenmez Vahdettin tartışmalarına bir parça ışık düşüreceğimi ve yıllardır gözlerden saklanan gerçeklerle yüzleşmemize yardımcı olacağımı umuyorum.



Evet işte o konuşmada İstanbul hükümeti ve Vahdettin’le ilgili atlanan kısımlar. Dikkatle ve cümle cümle okuyoruz:



“Anadolu’da, Pâyitahttaki münevverânın ve din ve devlete mesbukü’l-hidme zevat-ı âliyenin, gaye-i mukaddesemiz uğrunda evvel ve ahir masruf olan mesaisi pek kıymettardır.”



Burada Anadolu’da, İstanbul’daki aydınların ve din ve devlete hizmeti geçmiş yüksek kişilerin kutsal gayemiz uğruna sarf ettikleri eski ve yeni çalışmalar çok değerlidir, denilerek İstanbul’da, Erzurum’da da paylaşılan aynı “kutsal gaye” için çalışanlar bulunduğu ve bu çalışmalarının değerli olduğu vurgulanıyor. Yani Anadolu hiç de kendi haline bırakılmış değildi 1919 Temmuz’unda.



Biz devam edelim:



Okuduğunuz cümle, daha sonra, muhtemelen Nutuk metni hazırlanırken gözden geçiriliyor ve şu kılığa büründürülüyor:



“Pâyitahttaki münevverânın ve din ü devlete hizmetleri mesbûk zevat-ı aliyenin mesai-i masrufeleri, kıymetdar olmakla beraber, [ancak] te’sir ve murâkabe altında mahsur bir muhit; kendilerini daima tehdit ve akametle müteessir etmektedir.”



Bu cümlede, yukarıda sözü geçen İstanbul’daki kişilerin değerlerini vurguladıktan sonra bir ‘ancak’ edatı konularak onların etki ve denetim altında bir çevrede tehdit ve işlerini sonuca bağlayamayacak şartlarda çalıştıkları vurgulanıyor. Yani bir şeyler yapmak istiyorlar ama elleri kolları bağlı denilmek isteniyor İstanbul’dakiler için.



Aşağıdaki cümle daha açıklayıcı:



“Herhalde mukadderata hakim ve hukukuna sahip bir idare-i milliyenin müdahaleden masun ve müstakil bir surette zuhurunu, ancak Anadolu’dan bekliyorlar.”



Yani geleceğine hakim ve hukukuna sahip bir millî yönetimin işgal İstanbul’undaki gibi müdahaleden uzak ve bağımsız bir şekilde ortaya çıkışını ancak Anadolu’dan bekliyorlar.



Kimdir bekleyenler? İstanbul’dakiler elbette… Yani hükümet, devlet adamları ve elbette biraz sonra göreceğimiz gibi şu ‘hain’ Vahdettin!



Erzurum Kongresi açılışında Mustafa Kemal Paşa kürsüde konuşmaya devam ediyor:



“Buna istinadendir ki, bir Şura-yı Milli’nin vücudunu, ve ancak, kuvvetini irade-i milliyeden alacak mesul bir hükümetin mevcudiyetini talep etmek, artık ve bilhassa son zamanlarda payitahtın heman tekmil tabakat-i mütefekkirini için bir fikr-i sabit halini almıştır.”



Anlamı şu: Anadolu’dan bağımsız bir millî yönetim arzusu doğrultusunda bir şura-yı millî, yani meclisin varlığını ve kuvvetini ancak milli iradeden alacak sorumlu bir hükümetin mevcudiyetini istemek artık ve özellikle son zamanlarda İstanbul’un hemen bütün düşünen insanları için bir saplantı halini almıştır.



Yani? İstanbul’dakiler bir milli şura, yani meclisin ancak Anadolu’da kurulabileceğine inanıyor ve bunu sizden bekliyorlar. O kadar ki, bu beklenti bütün düşünen insanlar için bir saplantı düzeyine varmıştır. Evet, düpedüz saplantı (fikr-i sabit)…



Devam.



“Anadolu’daki Ordu Müfettişliği memuriyetime, bilhassa İngilizler tarafından hazm u tahammül olunamayacağı ve dahilden de bir çok ifsadat ve tezviratın karışacağı, daha o zaman kestirilerek alenen gerek Sadrazam (Damat Ferid) Paşa’ya ve gerekse rical-i marufe-i devlete söylemiş ve bilhassa Zat-ı Akdes-i Padişahiye (Vahdettin’e) de bilmünasebe maruzatta bulunmuş idim.”



Geldik meselenin bam teline. Nutuk’a alınırken atlanan bu cümle, Mustafa Kemal’in, Anadolu’ya gönderilişinden İngilizlerin memnun olmayacaklarının ve bu görevi yüzünden içeriden de fesatlar ve dedikoduların çıkabileceğinin daha İstanbul’dayken farkında olduğunu ve bu konuda gerek Damat Ferid’le, gerekse tanınmış devlet adamları ve Vahdettin’le görüştüğünü anlatıyor.



Mustafa Kemal’in bundan sonraki cümlesi tutanaklarda yarım kalmış ve metin tam 4 sayfa birdenbire atlanmış! Bu atlanmış veya atılmış sayfalarda neler yazılı olduğunu bilmemekle beraber bir sonraki sayfada rastladığımız ifadelerden anlıyoruz ki, İngilizlere karşı padişahla yaptıkları özel görüşmelere dair açıklamalar yer alıyordu buralarda. Nitekim eksik sayfalardan sonraki ilk cümle bunu açıkça gösteriyor. Neler göstermiyor ki? Beraber okuyalım:



“Bu bâbdaki esrâr ve muhâberâtın ve zât-ı akdes-i padişahî ile geçen ma’ruzât ve müdavelâtın şimdilik neşri muvâfık olmayıp inşaallahu teala mübarek vatan ve milletin bilfiil mazhar-ı necât olduğunu idrak edince kitap halinde intişârı ve o zaman bugünkü kongre heyet-i muhteremesini teşkil buyuran zevât-ı kıymetdâra da bir hâtıra-i millî olarak takdimi mutasavverdir.”



Bugünkü kelimelerle ifade edersek, sözü edilen konudaki sırlar ve haberleşmelerin, özellikle de Sultan Vahdettin’le aramızda geçen yazışmalar ve görüş alış-verişlerinin yayınlanması şimdilik uygun olmayıp kurtuluştan sonra kitap halinde bastırılması düşünülmektedir.



Tabii bu ‘sırlar’ı içeren kitabın hiçbir zaman yayınlanmadığını biliyorsunuz.



Böylece Erzurum Kongresi tutanaklarında yer alan ancak Nutuk metnine alınırken özellikle atlanan kısımlarda çok önemli bazı bilgiler yer aldığını gördük. Bunları maddeler halinde özetleyelim:



1. İstanbul’da kutsal gayemizi, yani vatanın esaretten kurtarılışı konusunda yapılmakta olan çalışmalar çok değerlidir.



2. Ancak bu çalışmalar, işgal ordularının denetimi altında yürütüldüğü için sonuç almalarına yetmemektedir.



3. İstanbul’dakiler millî bir yönetimin ortaya çıkışını Anadolu’dan bekliyorlar. Hatta bir meclis açılması ve irade-i milliyenin kendisini göstermesi konusu, İstanbul’da neredeyse bir saplantıya dönüşmüş durumdadır.



4. Benim Anadolu’ya gönderilmemin İngilizleri rahatsız edeceği konusunu daha önce gerek Damat Ferit’le, gerekse Vahdettin’le görüşmüştük.



5. Bu konudaki sırların açıklanması şimdilik uygun olmamakla beraber kurtuluştan sonra bunları kitap yapıp hepinize milli bir hatıra olarak birer adet vereceğiz.



Sırlar… Nelerdi acaba?



Vahdettin’in hain olmadığını belgeleyecek bu sırları bırakın, o sırlara ait bu belgeler bile kamuoyundan yıllardır gizlendi. Yoksa Süleyman Demirel’in 2005 Temmuz’unda dediği gibi, Vahdettin’in daha 100 yıl hain olarak bilinmesi gerektiğinden mi?





Mustafa Armağan

Konular