2007 Seçim vaatleri

MAZOT bir lira olacak, her işsize maaş bağlanacak... Bu gibi vaatler artık eskisi kadar inandırıcı olmuyor. Hatta "Hamilelik de üç aya indirilecek" diye alay ediyoruz.

Daha önemlisi, hemen her vaat için "Kaynağı nerede?" diye soruyoruz artık.
TV'lerde liderler ve parti sözcüleriyle yapılan programlara bakıyorum; biraz bol vaatte bulunan olursa, "Yani siz de Demirel gibi beş fazlası benden diyorsunuz!" şeklinde itirazlar oluyor.

Halbuki Demirel 1991 seçimlerinde Manisa'da "Bunlar ne verirse beş bin fazlası benden" diye nutuk attığında, köprü geçiş ücretlerini sıfırlayacağını ilan ettiğinde bugünkü gibi tepkilerle karşılaşmamış, "Kaynağı nerede?" diye yaygın sorulara muhatap olmamıştı.
1970'lerde Ecevit'in "Ne ezilen ne ezen, hakça bir düzen" sloganının bir program değil, bir şiir olduğunu söyleyen kaç kişi çıkmıştı?
Biz 1970'lerde MHP'de "Fabrika yapan fabrikalar yapacağız" deyip dururduk; hem de büyük bir icatta bulunmuş gibi gururla söylerdik bunu. Şimdi biri çıkıp söylese, alaya alırız.
Bu örnekler siyasi kültürümüzdeki büyük değişimi yansıtıyor.

Devletten piyasaya
Partilerin elbette uzun vadeli vaatleri, vizyonları, "gelecek tasavvurları" olur; kimisi yatırımlara, kimisi paylaşıma öncelik verir. Partilerin siyasi kişiliği böyle teşekkül eder. Ama kısa vadeli ve somut iktisat politikalarına gelindiğinde siyasetin hareket alanı sanıldığından çok daha dardır: Kaynak bulmadan kamu giderlerini artırırsanız ya borçlanırsınız veya para basarsınız!
Kamu giderlerini karşılamak için borçlanma veya para basma yüzünden 1970'ler ve 1990'lar Türkiye için "kayıp yıllar" oldu.
Bütçede ek gelir yaratmazsanız, 1990'larda yaptığımız gibi, yatırımlardan kesip maaşlara zam yapabilirsiniz, gençlere emekli maaşı bağlayabilirsiniz!
Bu acı tecrübelerle artık popülizmin çıkmaz sokak olduğunu görüyoruz.
Bize ekonomiyi öğreten diğer bir etken, piyasa ekonomisidir! Piyasada iş yapanlarımız arttıkça, "kaynak, yatırım, verimlilik, kâr" gibi kavramlarla düşünen bir toplum haline geliyoruz. Eski "Devlet versin, devlet yapsın" anlayışı geriliyor; çok şükür!
Ona göre de devletçilik geriliyor; piyasa gelişiyor, verimlilik, üretkenlik ve toplumsal dinamizm artıyor.

Doyuran devlet?!
Fehmi Işıklar dostumun bir sözünü not etmişimdir; "Buyuran değil, doyuran devlet istiyoruz" diye konuşurdu DEP başkanı iken.
"Beş bin fazlası benden"in diğer bir versiyonu.
Üstelik "doyuran devlet", kaçınılmaz olarak "buyuran devlet" olur. Reel sosyalizmin demokrasiyle bağdaşamayışının ve durgunluğa saplanmasının asli sebebi buydu.
Tecrübelerle kanıtlanmıştır ki 'doyurmak', ancak üretmekle mümkündür; en verimli ve yaratıcı üretim de piyasa eliyle olmaktadır.
Devletin zenginliği de buna bağlı. Yüz tane daha Koç ve Sabancı, bin tane daha KOBİ'lerimiz olduğunda, vergi gelirleri kat kat artacak, devletin kamu hizmetleri de kat kat artacaktır.
Devletin ödevi üretmek ve doyurmak değil, piyasayı düzenlemek ve altyapıyı yapmak, kamu hizmetlerini geliştirmektir. Böyle bir dünyada yaşadığımız uzun tecrübelerle toplum olarak biz de görüyoruz ki "popülizm" en kötü siyasettir.
Onun için eskisi kadar 'kandırıcı' olmuyor; çok şükür!

Taha Akyol
Milliyet

Konular