İslâm ordusuna sızan casuslar - 2

Ardından: - Çabuk! Allah Resulü'nün (a.s.m.) mescidinden çıkıp geldiğin yere git! Buradan uzak dur ey münafık, diye bağırdı. Böyle bir müdahale beklemeyen Amr b. Kays kızarak nifakını dışa vurdu. Efendimizin faziletinden sitayişle bahsettiği Mescid-i Nebevi'ye hakaret etti.

- Ey Ebu Eyyüb! Sen beni Salebe oğullarının ağılından mı kovuyorsun?! diye bağırdı. Ebu Eyyüb'ün ardından Ammare b. Hazm kalktı. Zeyd b. Amr'ın elerini tuttu. Sırtına sert bir yumruk vurarak yere attı. Zeyd:

- Beni öldürdün, diye acı ile bağırdı. Ammare:

- Allah seni daha beter etsin ey münafık! Allah'ın ahirette senin için hazırladığı azap bundan çok daha şiddetli olacak. Bundan böyle Allah Resulü'nün (a.s.m) mescidine yaklaşma! diye çıkıştı.

Mesud b. Evs'de içlerinde tek genç münafık olan Kays b. Amr'ı kafasından tutup dışarı attı. Hudr kabilesinden biri de Haris b. Amr'ı belinden tutup yere fırlattı. Kays kendi yaptıklarını unutmuşcasına

- Bu ne kabalık ey Ebu Haris! diye sitem etti. Sahabe:

- Sen bunu hak ediyorsun ey Allah'ın düşmanı! Buradan çıkınca bir daha Mescid-i Nebevi'ye yaklaşma! diye bağırdı. [4]

İşi ileri götüren münafıklar, şüpheleri üzerlerine çekmemek için zaman zaman cami gibi ulvi mekanları karargah olarak kullanır, faaliyetlerini buradan yürürtürler. Mescid-i Dırar bunun en önemli örneklerindendir. Allah'ın Takva üzere kurulan mescid diye sitayişle bahsettiği mescide karşı yaptırılan mescid kale gibi sağlamdı. Karargah olarak kullanılıyor, silah depoluyorlardı. 50 adamı ile Mekke'ye giden Ebu Amir zaman zaman buraya gelip adamları ile toplantı yapar, çıkaracakları fitneleri anlatırdı. Toplantılarda adamlarını eğitir onlara fitne fesat çıkarma taktikleri öğretir, planlarını uygulamaya geçirmek için çeşitli direktifler verirdi...

O olmadığı zamanlar da faaliyetler aynı şekilde devam ederdi. Toplantılara daha az katılan biri yöneticilere:

- Ebu Amir'i uzun zamandır göremiyorum nerelerde? diye sorunca yöneticiler:

- O buraya sık değil zaman zaman gelir. Bizimle uzun uzadıya konuşuyor, sohbet ederiz. Sonra gider, dediler. Adam:

- Onu başka yerlerde de göremiyoruz? dedi. Münafıklar:

- Doğru. Bu konuyu sorduğumuzda kendisi bize: "Şu ahırınıza giremiyorum? (Kuba mescidini kastediyor) Çünkü Muhammed'in sahabeleri beni gördüklerinde bakışları ile beni rahatsız ediyorlar. Üzerime saldırmalarından endişe ediyorum. Onun için aranıza katılamıyorum." diyor, dediler.

İşin acı tarafı adamların faaliyetlerini yürütürken samimi insanları kullanıp onların destekleri ile güçlenmeleriydi. Tıpkı Mücemmi b. Cariye'ye gibi. Münafık olan babası onu imam yaptı. Olanlardan habersiz olan Mücemmi b. Cariye bir süre münafıklara imamlık yaptı. Durum Allah tarafından Peygamber Efendimize (a.s.m.) bildirilip mescidin yıkılması emredilince münafıklar kaçtı, yıkım için gelen sahabelere direnen Mücemmi oldu.[5]

Camilerde suikast düzenlemekten çekinmeyen derin devlet, Umeyr b. Vehbleri Mescid-i Nebevî' ye gönderip onu şehit etmek istediler. Ancak her seferinde hüsrana uğradılar. Giden adamlarının çoğu Efendimizde dirilerek İslam ile şereflendiler.
İlim mahfillerine sızan casuslar

Basın yayını, yazarları ve ilim adamlarını emellerine alet etmekten sakınmayan derin güçler işlerini makam-mevki, para ve çıkar ile olmadık tehdit ve şantajla hallederler. İlim adamlarını fitneye bulaştırır, hak ile batılı birbirine karıştırırlar.

Asr-ı Saadet'te münafık ve Yahudi ajanların öncelikli görevlerinden biri hem kendi halklarının hem Arapların Efendimize yönelmesini engellemekti. Bunun için onları şüpheye düşürerek zihinlerini bulandırmaya çalışırlardı. Bir araya gelen derin güçler hemen bir plan yapıp servis ettiler. Plana göre seçtikleri alimler sabahleyin gidip Müslüman olacak, akşama kadar Efendimizin yanından ayrılmayacak, mümkün olduğunca çok kişiye görünmeye çalışacaktı. Akşam olunca da İslam hakkında ileri geri konuşup dinden ayrılacaktı. Plana göre Yahudilerin iman ettiklerini gören Müslüman halk sevinecek "Dini iyi bilen insanlar Müslüman oldu. Demek ki İslam gerçekten doğruymuş." diyeceklerdi. Yahudi halkı da "Alimlerin bize bahsettikleri peygamber buymuş." diyecek Efendimize karşı bir muhabbet besleyeceklerdi. Bir müddet sonra İslam'a giren Yahudi alimler dinden ayrılıp onu reddedince Müslümanlar veya müşrik Araplar "Demek ki İslam yanlışmış, baksana Müslüman olan şu bilge kişi işin içine girince gerçeği görüp yanıldığını anladı, (hâşâ) Peygamberin yalancı olduğunu fark edip dinden ayrıldı. Onun dinde karşı çıkmasının kin ve hasetten dolayı olduğunu sanmıyoruz. Böyle olsaydı, ta başında onu tasdik etmezdi." diyeceklerdi. Yahudiler de "Demek ki bu beklenen peygamber değilmiş, o henüz gelmemiş. Bu kişi (haşa) yalancı peygambermiş" diyeceklerdi.[7]

Bu oyunu defalarca oynadılar. Hatta daha inandırıcı olması için bir keresinde anlaştıkları bir Hıristiyan alimini ileri sürdüler. Hristiyan adam, Efendimize giderek İslam'ı kabul ettiğini söyledi. Söz ve hareketleri ile samimiyetini göstermeye çalıştı. Bakara ve Âl-i İmran sûrelerini ezberledi. Samimi Müslüman rolü oynayarak halk arasında da, büyük bir itibar kazandı. Zaman zaman vahiy kâtipleri gibi gelen vahyi yazdı. Bir süre sonra oyunun ikinci perdesini geçti.

- Muhammed, benim kendisine yazdığım şeylerden başka birşey bilmiyor, diyerek dedikodu yaptı. Halk arasında gezerek yaygaraya kopardı. Maksadı insanları fitneye sevkedip zihinlerini bulandırmak kalplerine şüphe düşürmekti. Ancak hakkında ayet inince hilesi açığa çıktı. Maskesi düştü, oyunu bozuldu.

"Ehl-i Kitap'tan bir grup şöyle dedi: 'Müminlere indirilene sabahleyin inanıp akşamleyin inkâr edin. Belki böylece dinlerinden dönerler.'"[8]

Çok bilinçli olan sahabiler başından beri onun yaptığı dedikoduya tepki gösterdi. Hakkında ayet inince Medine'de barınamayacağını anlayan adam, Müslümanlardan kaçıp kavminin yanına döndü. Bir süre sonra da öldü. Ölüm haberini duyan Allah Resulü (a.s.m.):

- Yer onu kabul etmez, buyurdu. Akrabaları adamı gömdü. Yer gerçekten de kabul etmedi. Sabah olduğunda mezarın yanından geçenler dehşete kapıldılar. Yer onu dışarı atmıştı. Mezarın başına toplanan akrabaları şok olmuşlardı. Gördüklerine inanamadılar. Kavmi:

- Bu, Muhammed ile sahabilerinin işidir! Onların arasından kaçıp buraya geldiği için adamımızın kefenini soyup dışarı attılar, diye yorum yaptı. Bu kez derin bir çukur kazarak ölüyü oraya gömdüler. Ancak değişen bir şey olmadı. Sabah olunca, yerin yine adamı dışarı attığını gördüler. Düşünüp ibret almak yerine yine:

- Bu da Muhammed ile sahabilerinin işidir! İslam'dan ayrıldığı için, kefenini soyup kabrin dışına attılar, dediler. Tekrar güçlerinin yettiğince derin bir kabir kazarak, ölüyü oraya gömdüler. Müslümanlar mezarı kazıp adamlarını çıkarmasın diye kabrin yakınına adam koyup gözlediler. Böylece kimsenin kabre yaklaşmadığından emin oldular. Sabah olunca doğruca kabre gittiler. Yer onu yine dışarı atmıştı. O zaman bu işin insanlar tarafından yapılmadığını anladılar. Adamın cesedine dokunmayıp olduğu yerde bıraktılar. Kemikleri çürüyünceye kadar ibret olarak orada öylece kaldı. Durumu kabullendi, onu bu halde görüp

- Bu adamın hali nedir, diye soranlara:

- Onu defalarca gömdüğümüz halde, yer kabul etmedi, diyerek hikâyesini anlattılar.[9]
Bürokrasiye sızan casuslar

Önemli görevler ifa eden bürokrasi derin güçlerin her zaman hedefi olmuştur. Çeşitli yollardan onları ele geçirmek, Müslümanlar aleyhine kullanmak istemişlerdir. Hayber'e elçi olarak giden Abdullah b. Ravaha'ya rüşvet teklif ederek onu satın almaya kalkışan Yahudiler, zaman zaman sahabelerin duygularına hitap ederek onları kullanmak istemişlerdir. Allah Resûlü (a.s.m.) ve sahabesini yakından takip eden Bizans imparatoru, Efendimizle problem yaşıyanlara kapılarını sonuna kadar açar, yanına gelenlere makam ve mevkiler vermeyi vad ederdi. Tebük savaşından geri kaldığı için cezalandırılan Kab b. Malik'e mektup gönderen Bizans'a bağlı Gassan hükümdarının ona cazip tekliflerde bulunduğu malumdur.
Sokağa sızan casuslar

En büyük korkuları halkın gerçekleri öğrenmesi olan derin güçler, sürekli bilgiyi kirletir, iyi insanları karalar, iftira ve dedikodularla gözden düşürmeye çalışırlar. Bunlara rağmen hak ve hakikat erlerine galip gelemezlerse terörü kullanır, halkı birbirine karşı kışkırtarak fitne ve fesat çıkararak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Bunun için bütün fırsatları değerlendirir, geçmiş kırgınlık ve kızgınlıkları gündeme getirirler.

Asr-ı Saadet'te de de boş durmayan karanlık ruhlu insanlar İslam'ı ve Müslümanları yok etmek için fitneyi defalarca silah olarak kullandılar. Bu fitnecilerden biri Kaynuka oğulları alimlerinden Şes b. Kays'tı. O kalbinde Müslümanlara karşı büyük bir kin ve nefret duyan fesatçı bir Yahudiydi. Allah Resulü'nün (a.s.m.) Evs ve Hazrecli Müslümanları barıştırıp kardeş yapmasını bir türlü hazmedememişti. Bir gün bu iki grup sahabenin bir yerde oturup tatlı tatlı sohbet ettiklerini görünce suratı asıldı. Medinelilerin cahiliye dönemindeki düşmanlıklarının İslam sayesinde ortadan kalkması onu çılgına döndürmüştü. Kızarak söylenmeye başladı.

- Şu memlekette Kayle oğullarının (Evs ve Hazrec) liderlerinin biraraya gelip sohbet ettiklerini de görecektik ha!

Hayır! Vallahi adamlar birlik beraberlik içinde oldukları sürece hiçbir zaman onlarla başa çıkamayız. Eskiden olduğu şekilde bir arada yaşayamayız.

Gördüğü tabloyu bir şekilde tersine çevirmeliydi. Bunun için düşünmeye başladı. Çözüm bulması uzun sürmedi. Hemen Müslümanların yakınında bulunan bir Yahudi genci yanına çağırdı. Ona:

- Şu adamların yanına var, bir süre oturup dinle. Sonra Buas gününde aralarında geçen çatışmaları, hatırlat. Savaş sırasında ölen insanlardan bahset! O günlerde birbirlerine karşı söylemiş oldukları şiirlerden okuyabildiğin kadarını oku, dedi.

Sahabilerin yanına giden genç onlara Buas savaşında öldürülen çok sevdikleri reisleri Evsli Hudayr b. Simak ile Hazrecli Amr b. Numan'ı hatırlattılar. Onlarla ilgili söylenen şiirleri okudu. Düne kadar kabile taassubu son derecede fazla olan sahabiler, İslam ile birlikte onu arkada bırakmışlardı.

Yahudi gencin kışkırtıcı sözleri, İslam ile tanıştıktan sonra bilinçaltının derinliklerine attıkları duygularını yeniden ortaya çıkardı. Geçmişten konuşmaya başladılar. Konuşma tartışmaya, tartışma diklenip laf atmaya dönüştü. Sonunda Evs kabilesinden Evs b. Kayzî ile Hazrec kabilesinden Cebbar b. Sahr, birbirlerine meydan okudu.

- İsterseniz başa dönüp savaşa yeniden başlayalım.

Öfke, aklın önüne geçmişti bir kere. Her iki taraf da son derece kızgındı.

- Tamam, başlayalım. Savaş için buluşma yeriniz Sahîre olsun! dediler. Evsliler:

- Silah başına ey Evsliler, diye mahallelerini dolaşırken Hazrecliler de:

- Silah başına ey Hazrecliler, diyerek kabilelerindeki adamları savaş için toplamaya başladılar. Kısa bir süre sonra iki taraftan da silahlanan pek çok sahabe, çarpışmak için belirlenen yere doğru koştular. Durumu haber alan Allah Resulü (a.s.m.) yanındaki sahabiler ile birlikte hemen olay yerine gitti. Toplanan kişilere bir konuşma yaptı.

- Ey Müslümanlar cemaatı! Allah sizi İslamiyet'le hidayete erdirip onunla şereflendirdikten, cahiliye işleri ile bağları kesip attıktan ve sizi küfürden kurtararak kalblerinizi birbirinize ısındırıp birleştirdikten sonra, üstelik ben de aranızda bulunduğum halde cahiliye davası güderek ayaklandınız ha, buyurdu. Efendimizin bu sözleri sahabeleri kendine getirmeye yetti. Evs ve Hazrecliler, kendilerini birbirine düşürerek aralarını bozarak bu hale getiren sebebi kavramakta gecikmediler. Bunun Yahudilerin kurdukları tuzaklardan biri olduğunu anladı ve ağlayarak birbirlerinin boyunlarına sarıldılar. Ağlaya ağlaya Allah Resulü (a.s.m.) ile birlikte oradan ayrıldılar. Bu olay üzerine Âl-i İmran 99-105. ayetleri nazil oldu. [6]
Resûlullah'ın evine kadar sızmaya kalkışan casuslar

Camİiden orduya kadar her yere sızan Yahudi ve münafık ajanlar bu kadarla kalmadılar. Daha önemli sırlara vakıf olmak ve daha büyük kötülük yapabilmek için en mahrem yerlere kadar sızmaya, önemli sırlara vakıf olmaya çalıştılar. Onlardan biri ahlakı, terbiyesi ve hizmeti ile Peygamber Efendimiz'in takdirini kazanıp özel hizmetini yapacak kadar kendisine yaklaştı. Bu kişi Allah Resûlü'ne (s.a.v.) hizmet eden Yahudi bir gençti. Efendimiz onun hizmetinden oldukça memnundu. Yahudiler onu zamanı gelince kirli emellerinde kullanmak için oraya yerleştirmişlerdi. Efendimiz'i bir şekilde öldürüp ortadan kaldırmak isteyen Yahudiler, akıllarına gelen her yolu deniyorlardı. Bunun için bir gün sihir konusunda oldukça meşhur olan Lebid b. Asam'ın yanına gittiler.

- Ey Lebid b. Asam! Bizden pek çok kişi Muhammed'e sihir yaptı. Ancak yapılan sihirlerin hiçbiri tesir etmedi. Onun neler yaptığını, dinimize nasıl muhalif olduğunu sen de görüyorsun. Bizleri öldürdü, yurdumuzdan sürüp çıkardı. Bizim için ona bir sihir yapar mısın? Bunun için sana tam üç dinar veririz, dediler.

Lebid yapılan teklifi kabul etti. Onlardan Efendimiz'in tarağını ve saçının birkaç telini kendisine getirmelerini istedi. Yahudi liderler:

- Olur, en kısa zamanda getiririz, diyerek yanından ayrıldılar.

Efendimiz'in hizmetine bakan gençle irtibat kurarak onun vasıtası ile Efendimiz'in tarak ve saçının birkaç telini ele geçirdiler. İstenenleri alınca doğruca Lebid'in yanına koşup tarak ve saçları kendisine verdiler. Dili tutulası, elleri kırılası Lebid vakit geçirmeden işe koyuldu.

Sihir yapılınca Allah Resûlü'nü (s.a.v.) ateşler bastı, günlerce acılar içinde kıvrandı. Gözleri rahatsızlandı, çok az görmeye başladı. Her geçen gün daha da fazlalaşan hastalığının ne olduğu bir türlü anlaşılamıyordu. Bir gece uyurken rüyada yanına iki melek geldi. Biri baş tarafına diğeri ayak tarafına oturdu. Baş tarafta oturan diğerine:

- Hastalığı ne? diye sordu.

Ayak tarafındaki melek:

- Sihir yapılmış, dedi.

Baş tarafta duran:

- Kim yapmış? diye sorunca diğeri:

- Lebid b. Asam.

- Sihri ne ile yapmış.

- Tarak ve hurma ağacından yapılı bir kapla. Onu Zî Servan kuyusunun içine bir kayanın altına koymuşlar.

- Bundan kurtulmanın çaresi ne?

- Sihrin çıkarılıp düğümlerin çözülmesidir.

Allah Resûlü (s.a.v.) uykudan uyanınca yanında bulunan hanımına:

- Biliyor musun ey Âişe! Allah niçin hastalandığımı bana haber verdi, buyurarak rüyasını anlattı.

Sabah olunca ashabı ile birlikte doğruca rüyasında ismi geçen kuyuya gitti. Sahabeler kuyunun suyunun kına renginde olduğunu görünce oldukça şaşırdılar. Onun suyu ile sulanan hurma ağaçlarının dalları tıpkı şeytanların başına benzemişti. Hz. Ali ve Ammar kuyuya inerek kayanın altına konulan sihri aldılar. Kap açılınca içinden Allah Resûlü'nün (s.a.v.) tarağı ve saçları çıktı. Ayrıca bir de mumdan Efendimiz'in temsili yapılıp kuyuya koyulmuştu. Bunlar dışında içinde on bir düğüm atılan bir bez ve iğne vardı. O sırada Cebrâil (a.s) Muavizeteyn sûrelerini indirdi. Allah Resûlü'ne (s.a.v.):

- Ey Muhammed! "Kul eûzu birabbilfelak" de bir düğümü aç! "Min şerri ma halak" de bir düğümü aç! Sûreyi düğüm aça aça sonuna kadar oku! Sonra "Kul eûzu birabbinnas" de bir düğümü aç! Bu sûreyi de bu şekilde sonuna kadar oku ve düğümleri aç! dedi.

Allah Resûlü (s.a.v.) her düğümü açışta önce acı sonra rahatlama hissetti. Tüm düğümler açıldığında üzerinden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Sihir bulunduktan sonra eve dönüldü. Efendimiz Lebid'in yakalanıp getirilmesini emretti. Lebid sorguya çekilince suçunu itiraf etti. Paraya olan hırsı nedeni ile böyle bir şey yaptığını söyledi. Sahabeler:

- Ya Resûlallah! İzin ver Yahudi'yi öldürelim! dediler.

Efendimiz:

- Allah bana şifa verdi. Allah'ın ona vereceği azap onun bana çektirdiği sıkıntıdan çok daha büyük olacak, buyurdu.

Lebid'i de ajanlık yapan Yahudi genci de cezalandırmayıp serbest bıraktı.[10]

Konu ile ilgili örnekler ve detaylar için Nesil Yayınlarından çıkan Derin Fitne (Allah Resûlü'nün (a.s.m.) Derin Devlet Mücadelesi) isimli çalışmamızdan bakılabilir.

[1] Detaylar ve kaynaklar için Nesil Yayınlarından çıkan "Derin Fitne" çalışmamızın 297. sayfası ve devamına bakılabilir.

[2] İbn Manzûr, Muhtasar Târîhi Dımeşk, 6/256

[3] Vakidi, Megazi, 1044.

[4] İbn Hişâm, Sîre, 1-2/528; İbn Kesir, Bidaye, 1/470.

[5] Vakidi, Megazi, 3/1046; Taberi, Tarih, 454; Halebi, İnsanü'l-Uyun, 3/203; İbn Kesîr, Bidâye, 1/699, Tefsir, 4/148.

[6] İbn Hişam, Siretü'n-Nebevi, 3-4/117; Kurtubi, 4/155; Taberi, Tefsir, 4/23.

[7] Razi, Tefsir'i-Kebir, 6/394.

[8] Âl-i İmran, 3/71-72.

[9] Buhari, Menakib, 25; Müsned, 3/120; İbn Esir, Fethü'l-Bari, 6/624; Beyhaki, Delail, 7/127.

[10] Buhârî, Bedü'l-Halk, 11, Tıp, 47; Müslim, Selam, 17; Müsned, 6/57; Halebî, İnsânü'l-Uyûn, 2/146.

Konular