İran'ı güçlendiren Amerika?

Yanlış okumadınız. İran'ı ve Ortadoğu'daki diğer radikal grupları güçlendiren, ABD'nin 40 yıldır izlemekte olduğu politikadır.

Bu tespit, ağzını her açtığında ABD'yi eleştiren ve her sorunun faturasını Washington'a kesmeyi alışkanlık haline getirmiş bir Arap aydına ait değil. Öyle olsa, üzerinde durmaya gerek olmazdı. Bu tespiti yapan isim, uzun yıllar CIA'de analist olarak çalışan ve bir süre Türkiye masası şefi olarak görev yapan biri ise üzerinde düşünmeye değer.

Fuller, bu görüşünü, Türkiye ve Brezilya'nın öncülük ettiği nükleer girişime ilişkin ABD'de başlayan tartışma çerçevesinde yazdığı bir makalede dile getirdi. Christian Science Monitor gazetesindeki yazısına Fuller, şu soruyla başlıyor: "Dünya, iki önemli, sorumlu, demokratik ve rasyonel devletin krize müdahale etmesinden ve ABD'nin onlarca yıldır sürdürdüğü İran politikası ahmaklığına engel olmaya çalışmasından memnun olmamalı mı?"

Brezilya ve Türkiye'nin klasik birer üçüncü dünya kışkırtıcısı değil, Amerika'nın iki dostu olduğunu hatırlatan Fuller, girişimden rahatsızlık duyulmasına anlam veremezken, ülkesinin Ortadoğu'da izlediği siyasetin sonucuna dair şu çarpıcı değerlendirmeyi yapıyor: "ABD'nin 40. yılına giren İran politikası, İran'ı ve Ortadoğu'daki radikal güçleri kuvvetlendirmiştir. Dünya, iki önemli, sorumlu, demokratik ve rasyonel devletin müdahale etmesinden ve ABD'nin onlarca yıldır sürdürdüğü İran politikası ahmaklığına engel olmaya çalışmasından memnun olmamalı mı?"

Elbette, Amerika'da herkesin yaklaşımı böyle değil. Amerika'nın şimdiye kadar izlediği Ortadoğu politikasında sorun görmeyen, dolayısıyla Brezilya-Türkiye ikilisinin çözüm için getirdiği farklı yaklaşımı aşağılayan makaleler de yayımlanıyor. Örneğin, genellikle sol ve barışçı görüşleri savunan New York Times'ın başyazısında, Türkiye ve Brezilya saflıkla suçlandı. Aynı gazetede yazan Thomas Friedman'ın bu çaba için kullandığı sıfat, 'alabildiğine çirkin' şeklindeydi. Türkiye ve Brezilya'yı boyundan büyük işlere kalkışmakla suçlayan Friedman, iki demokrat ülke liderinin İsrail'i ortadan kaldırmak isteyen Ahmedinejad'la poz vermesini kınadı.

Irak Savaşı öncesinde, Bush yönetiminin gazına gelerek savaş korosuna katıldığını itiraf eden ve oynadığı bu talihsiz rolden dolayı okuyucularından özür dilemek zorunda kalan New York Times gibi bir gazetenin, bugün İran konusunda aynı çizgiye girmesi çok tuhaf olsa da uranyum girişimine farklı tepkilerin verilmesi doğal. Nitekim Amerikan yönetimi de bu konuda tek sesli değil. Pazarlıklarda epey ter döken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun dediği gibi, bu konuda İran'daki güç merkezleri içinde farklı yaklaşımlar olduğu gibi, aynı çeşitlilik Amerika'da da var. Bu yüzden İran-Amerika arası müzakereler kadar, içerideki taraflar arasındaki müzakere de işi zorlaştıran bir faktör.

İran'ın somut bir taahhüde girmeyeceğine fazla inanmış olan Washington yönetiminin, tam da dördüncü dalga yaptırımlar için Çin ve Rusya'nın onayını aldığı bir sırada Tahran'dan gelen anlaşma haberiyle şoke olduğuna kuşku yok. Ama Ekim 2009'dan beri gündemde olan ve Obama'nın kısa bir süre önce bizzat Erdoğan'a yazdığı mektupta başta uranyum miktarı olmak üzere dile getirilen uzlaşma şartlarının kabul edildiği bir anlaşmaya savaş açmaları da kolay değil. Amerika tarafından konuştuğunuz isimler, yaptırım süreci ile nükleer takas konusunun ayrı konular olduğunu; Türkiye/Brezilya girişiminin olumlu ama yetersiz olduğunu söylüyor. Ama Obama'nın söz konusu mektubunu reddetmedikleri gibi, süreci kendilerinin öldürmeyeceğini ifade ediyorlar. Davutoğlu'nun haftaya Washington'a gidecek olması, bu kafa karışıklığının giderilmesi açısından fırsat olabilir.

Ancak bu süreç nasıl gelişirse gelişsin, Amerikalıların ve değişim sloganıyla iktidara gelen Obama'nın asıl düşünmesi gereken konu, Fuller'ın yaptığı tespit: Bölgede İran'ı ve aşırı grupları ABD'nin politikaları güçlendiriyor. Bu, sadece Amerika için değil, bölgenin ve dünyanın geleceği açısından da kritik bir soru. Washington'ın son dönemde İsrail, Afganistan ve Irak'ta izlediği siyasetin en çok İran'a ve radikal gruplara yaradığına kuşku yok. Neden böyle olduğunu tartışmaya hazır mıyız?

Konular