EZAN HAKKINDA TARİHİ BİR ARAŞTIRMA

EZAN-I MUHAMMEDİYYEMİZİN İSLAM DİNİMİZİN DİLİ OLAN ARAPÇA OLARAK OKUNMASI'NIN YASAKLANMASININ VE BU YASAĞIN KALDIRILMASI;

Ezan, ibadete yapılan bir çağrı olarak, Hz. Peygamber (SAV) zamanından bu yana Arapça olarak okunmaktadır. Hz. Peygamber (SAV) döneminde, Bilal-i Habeşi'nin ilk ezanından sonra, değişik toplumlarda değişik makamlar kazanmış ise de, dilinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. "Şeair" olma özelliğini de Arapça'daki formlarıyla korumuştur. Bu açıdan, ezanın "şeair-i islamiye"den olma özelliğini koruması asli şekliyle okunmasına bağlıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlayan reform tartışmaları içerisinde en önemli konu ezan olmuştur. Biz bu çalışmamızda, dinde reform tartışmaları ile gündeme gelen ezan tartışmalarını,özetleyerek, ezanın yeniden asli şekline çevirme süreci olan 15-17 Haziran 1950 tarihleri arasında basında yapılan müzakereleri inceleyeceğız.

Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar manasını namazdaki duanın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!

Ziya Gökalp'ın yukarıdaki şiirinde hasreti çekilen dinde reformun önemli bir teşebbüsü 1928 yılında yapılır. İlahiyat Fakültesinin öncülüğünde, İslam dininde reform ve modernleşme sorununu incelemek ve üniversite kanalıyla MEB'na tekliflerde bulunmak üzere bir komisyonun kurulması kararlaştırılır. Komisyon tarihçi, ilahiyatçı, psikoloji ve mantık profesörlerinden oluşmuştur. Komisyon çalışmalarını tamamlar ve şu tavsiyelerde bulunur:

1- Oturacak sıraları, gardropları olan temiz, düzenli camilere ihtiyaç vardır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecek.

2- Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, ulusal dilde (Türkçe) olmalıdır. Camilerin iyi yetişmiş müzisyen ve müzik aletlerine ihtiyaöcı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir.

3- Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir. (Bernard Lewis; Modern Türkiye'nin Doğuşu, s. 409-411 )

Yukarıdaki tavsiyelere ön ayak olan İlahiyat fakültesine, ilgi gittikçe azalarak, öğrenci sayısı 284'den 20'ye düşmüş, imam hatip okullarıyla birlikte 1932'de kapanmıştır. Camileri, kiliseleştirmeyi tavsiye eden bu kararlardan sadece Türkçe ezan uygulanmıştır. Bu doğrultuda 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığının genelgesi ile Arapça ezan okuma yasağı getirilmiş, 2 Haziran 1941 tarihinden itibaren de 4055 sayılı kanun ile Türk ceza kanununun 526. maddesi değiştirilerek Arapça Ezan ve Kamet okuyanlara para ve Üç aya kadar hapis cezası getirilmiştir. Laiklikle hiçbir alakası olmayan bu uygulamayla devlet, dinin karşısındaki tarafsızlığını yitirmiş ve dinin hükümlerine müdahale etmiştir.

===============================================================================================


Ezan-ı MUHAMMEDİYYE'NİN Din dili olan Arapça olarak okunmasının yasak olduğu yıllarda Türkçe olarak okunurken Türkçeye çevrilmeyen tek kelimesi ve bunun sebebi.



Biliyor muydunuz, Türkçe ezanda Allah kelimesi dâhil her kelimeyi değiştirmişler, sadece bir kelimeye dokunmadan olduğu gibi bırakmışlardı.


Hangi kelime olduğunu izah edeceğim. Ama önce gelin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 18 Temmuz 1932 tarih ve 636 sayılı genelgesiyle ezan ve kametin Türkçe okunacağını bildiren kararının ardından, tam 18 yıl boyunca Türkçe okunan ezanın ilk defa Arapça okunduğu gün Edirne’den Artvin’e, Sinop’tan İskenderun’a kadar tüm Türkiye’yi gözyaşlarına boğan günün hikâyesine bir göz atalım.

Tarih 16 Haziran 1950. Yani tam 60 yıl öncesi. Yer Sultanahmet Meydanı. Bir dönem Diyanet İşleri Başkan Vekilliği de yapan, 2006 yılı mayıs ayında kaybettiğimiz Yaşar TUNAGÜR verdiği bir röportajda o günü şöyle anlatıyor: “Ezanın Türkçe okunduğu günlerdi. Cuma namazlarını Sultanahmet Camisinde kılmayı kendime adet edinmiştim. Cuma namazlarını meşhur Hafız Saadettin Kaynak kıldırırdı. Yani ilk defa Türkçe ezanı okumuş olan Hafız…

Yine böyle bir Cuma günüydü ve Sultanahmet camisine namaz kılmaya gidiyordum. Fakat her zamankinden farklı olarak caminin avlusunda büyük bir kalabalık ve telaş vardı. Ben ve yanımdaki arkadaşım, merakla cami avlusuna doğru ilerledik. Baktık ki caminin içinden çok, avluda insan var. Onlar bir şeyler duymuşlar ama biz henüz bilmiyoruz. Girdik içeri. Avluda baktık ki herkes yukarı bakıyor. Camiye giren falan yok. Herkes yukarı bakıyor. Birden cami minarelerinin bütün şerefelerinden, “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” diye Arapça Ezan okunmaya başladı. Meğer caminin imamı olan Saadettin Kaynak, her bir şerefeye bir müezzin yerleştirmiş, birbiri ardına nasıl ezan okuyacaklarını da onlara güzelce tembihlemişti. Durumdan haberi olmayan caminin içindeki cemaat da Arapça Ezanı duyar duymaz kendilerini dışarı attı.

Avlu hıncahınç doluydu. Herkes İstanbul semalarını inleten Arapça Ezanı dinliyordu. 14 müezzin 6 minarenin 14 şerefesinden biri başlıyor, öbürü bitiriyor, yarım saate yakın sürdü ezan. Bunu, İstanbul’un diğer camileri takip etti… İstanbul’un bütün minarelerinden, yıllardır özlemini çektiğimiz ezan sedaları yükseliyordu göklere… Bir an için rüyada olduğumu sandım. Fakat bu bir rüya değil, gerçekti. Minarelerden Arapça Ezan okunuyordu. (Duygulandı ve gözlerinden akan yaşları sildikten sonra devam etti): Arapça Ezan sesini duyan herkes olduğu yerde durmuştu. Sanki yere çivilenmiştik; ben ve Sultanahmet Meydanı’nı dolduran bütün insanlar… Sokakta oynayan çocuklar bile oyunlarına ara verip, Allahu Ekber, Allahu Ekber’leri dinler oldular… O an anlatılmaz, yaşanır ancak… Büyük bir daüssıladan sonra, öz vatanımıza kavuşmuş gibiydik… Allah bir daha göstermesin o günleri…”

Türkiye ayakta…
O gün ülkenin dört bir yanında benzer manzaralar yaşandı. Ezanın Arapça okunmasına imkân kılan Meclis kararı o gün radyolardan ilan edilince, Türkiye'nin dört bir yanında halk sevinçten sokaklara döküldü. Tüm gözler minarelere çevrildi ve ilk ezan sesi beklenmeye başlandı. Halk sevinçten çılgına döndü. Gözyaşları tüm Türkiye'de sel olup aktı. Yasanın 17 Haziran 1950 tarihli resmi gazetede yayınlandığı gün, aynı zamanda Ramazan ayının da ilk günüydü. Bu durum halktaki duygu yoğunluğunu daha da artırdı.

Gelelim yazıya başlık olan ayrıntıya.
Aralarında Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi isimlerin bulunduğu komisyonun çevirisini yaptığı "Türkçe ezan" metni şöyleydi:


''Tanrı uludur, Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı'dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı'nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin namaza
Haydin felâha, haydin felâha
Tanrı uludur, Tanrı uludur
Tanrı'dan başka yoktur tapacak.''

İşte o kelime…
Ezanın Türkçeye çevrilmeyen tek kelimesi ‘felâh’ oldu. Sebebi, halkın felah kelimesinin ‘kurtuluş’ anlamına geldiğini bilmemesini sağlamak ve ezan okunurken, “haydin kurtuluşa” manasına gelecek bir çağrıda bulunmamaktı.

Allah’a ulaşmak özgürlüklerin en güzelidir. O an tüm dünyevi ayak bağlarından sıyrılır ve başka bir boyuta geçer insan. Namaz bu duygunun en yoğunluklu yaşandığı andır. O an kendine gelir ve her şeyiyle Rabbine döner insan. Kula kul olmaktan kurtulur. Hani Milli Şairimiz Mehmet Akif, “O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar…” der ya… İşte namaz insana, Allah’tan başka kimseye boyun eğmemeyi talim ettirir.

İşte ezanı Türkçeye çevirenler, ‘felah’ kelimesini de Türkçeye çevirip “haydi kurtuluşa” anlamına gelen bir çağrıya zemin hazırlamamakla, namazın temel fonksiyonunu acaba nasıl etkisizleştirebiliriz düşüncesinde olmuşlardır. Şimdilerde ara ara aynı düşünceyi seslendirip “millet anlamıyor, Türkçe okunsun” diyenlerin amacı milletin anlaması değil, değerlerinden kopmasının kapısını aralamaktır.

Milletin değerleriyle cebelleşmeyi kendine vazife edinen dünyanın başka neresinde bu tür insanlar vardır acaba? Çok yazık. Çok şükür o günler geride kaldı. Geri getirme heveslilerinin çabaları da kursaklarında kalmaya mahkûmdur.

Allah bugünlerimizi aratmasın. AMİN.

EZAN HAKKINDA TARİHİ BİR ARAŞTIRMA yorumları

  • Image Description
    misafir
    08.04.2010

    teşekkürler bende yaşamış gibi oldum.
    Allah bir daha tüm dünya insanlarına buna benzer bir olay göstermesin

  • Image Description
    abdurrahim genel
    28.09.2011

    dinimize ihanet edenlere lanetler olsun.onlar toz toprak oldu, atıldıkları kuburda kurda börtü böceğe yem olup gittiler ancak islam hala şerefli bir din olarak mevcut ve insanlar onun uğruna ölmeye yine hazırlar..allahın diniyle savaşılamayacağını anlamamışlardır o küçük ve sağır insanlar..

Konular