Oyun içinde oyun!

Hıristiyanlığı yaymadan en büyük engel olarak gördükleri Osmanlı Devleti�ni bir an önce yıkmak için, Batılı güçler, özellikle İngilizler oyun içinde oyun oynuyorlardı. İttihat ve Terakki, Dış güçlerin ve basının desteği ile halka zulmediyor, ordu içinde de kendisine karşı olan, milletini, dînini ve vatanını seven subayları, orduda gençleştirme bahânesiyle tasfiye ediyordu. Bu, halkta ve orduda büyük bir huzursuzluğa sebep oldu.

Bu fırsatı değerlendiren dış mihraklar, Derviş Vahdetî ve arkadaşlarına İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti�ni kurdurdular. Yayın organı olan Volkan Gazetesi ile de İttihat ve Terakki aleyhinde faaliyet gösterdiler. Bugüne kadar bu faaliyet, hep Sultan İkinci Abdülhamîd Han ile irtibatlandırılmak istenmiş ise de hiçbir ilgisinin olmadığı artık kesin olarak anlaşılmıştır. Sultanın aleyhinde olanlar bile bunu itiraf etmektedirler. Aslında, İttihat ve Terakki�yi de, ona karşı hareketi de çıkartan dış güçlerdir. Onların menfaat çatışmasıdır.

Volkan gazetesinde Derviş Vahdetî, Orduda erleri, İttihatçı subaylara karşı kışkırtarak isyan ettirdi. Yüksek seviyede din adamları ayaklanmada yer almadıkları gibi, bu isyana karşı çıkarak beyanname neşrettiler. Sadece din cahili birkaç yobaz destek verdi. 31 Mart gecesi, erler, isyan ederek subaylarını hapsettiler.

Görüşmelerle isyan yatıştırılmışken, kasıtlı olarak çıkartılan �Meşrutiyet elden gidiyor" yaygaraları üzerine, isyanı bastırmak için Selanik�teki Üçüncü Ordu mensubu askerlerin ve Edirne�deki İkinci Ordu�nun katılımıyla �Hareket Ordusu� İstanbul�a hareket etti. Zaten esas maksat da buydu. Bu maksatla aylar öncesinden yol güzergahındaki erzak depoları doldurulmuştu. Bunu çok az kimse biliyordu. Askerlerin büyük bir kısmı gerçek durumdan haberdâr olmayıp, padişahı kurtarmaya geldiklerini zannediyorlardı. Hareket Ordusu İstanbul�a gelince, önce Yıldız Sarayı muhâsara edilerek Abdülhamîd Han hal edildi.

Otuzbir Mart Vak�asının gizli tertipçilerinden filozof Rızâ Tevfik�in aşağıdaki îtirafı bu olay hakkında Türk târihine ışık tutmaktadır: �1908 İhtilâlinden evvel, bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere Fransız, İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük ölçüde fikri destek ve teşvik gördük. Nihâyet hürriyeti îlân ettik!

Bir gün Talât Paşa�ya dedim ki: �Biz bu ihtilâl için ecnebi sefirlerden hayli teşvik gördük. İşte hürriyeti îlân ettik. Gidelim, bu elçileri ziyâret edelim, teşekkür edelim.�

Evvelâ İngiliz sefâretine gittik. Galatasaray�daki o muhteşem binâyı tam bir ölü sessizliği içinde bulduk. Ben emindim ki sefir de dâhil olmak üzere bütün sefâret erkânı içerdeydi. Fakat bizi karşılayan sefâret kavası, kimi sorduksa �Yok!� dedi. Bir mânâ veremeden döndük.

Oğlum Said, İngiltere�de oturuyordu. Onu ziyârete Londra�ya gitmiştim. Said�e İskoç asilzâdelerinden Lord Nicholson hayli yardım etmişti. Hem bu alâkalarına teşekkür etmek, hem de eski dostluğu bir daha ihyâ eylemek üzere ziyârete gittim. Sohbet sırasında İstanbul sefâretinin bize gösterdiği o soğuk karşılama hatırıma geldi. Lord�a sebebini sordum:

�Dostum Rızâ Tevfik Bey... Biz sizleri teşvik ettik. Büyük bir netice bekliyorduk. İhtilâl olacak; Sultan�la beraber temsil ettiği hilâfet müessesesi de alaşağı edilecekti. Beklediğimiz neticeyi tam alamadık. Zîrâ ihtilâl yaptınız, fakat saltanat ve hilâfet müessesesi de yerinde duruyor.� Lord�a tekrar sordum: �İngiltere devletini, hilâfet müessesesi bu derece şiddetle neden alâkadar ediyor?

�Ha... Dostum Rızâ Tevfik Bey... Biz Mısır�da bilhassa Hindistan�da İslâm kitlelerini idâremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan, yılda bir defâ bir �selâm-ı şâhâne�, bir de �Hafız Osman Kur�ân-ı kerîmi� gönderiyor, bütün İslâm ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor.

İşte biz, ihtilâlden ve sizlerden ihtilâl sonunda, sultanların da, hilâfetin de, yâni bir selâm-ı şâhâne ve bir Hâfız Osman Kur�ân�ıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz...� (Ahmed Kabaklı-Temellerin Duruşması)